Açıkçası, süt bankası diye bir şey olduğunu ya da olabileceğini, sperm bankası denen şeyi duyduktan çok sonra duymuş biriyim…
Ama, doğal olmayan yollarla çocuk sahibi olmak isteyen bir kadınınkinden çok daha ciddi bir hikayesi olabilir anne sütünden mahrum bir bebeğin…
Bir sebeple annesi tarafından emzirilemeyen küçücük bir bebeğin nasıl besleneceği konusunu kendi kendime hiç düşünmemişim.. Düşününce bunun hassas bir konu olduğunu anlıyorsunuz. Kaldı ki, medeni bir dünyada “karnını doyurabilmek” herkes için her koşulda sağlanabilmelidir.
Bu blogu takip ediyorsanız denk gelmişsinizdir. Ben dilencilerden nefret ederim. Çoğu zaman onların kurgu ya da gerçek dramlarını da hiç umursamam. Ama biri o sırada yemekte olduğum yiyecekten isterse düşünmeden ona veririm. Yiyecek paylaşılmalıdır. Çünkü insanların karınlarını doyurma hakları vardır.Hele su, biri sizden isterse, bence kesinlikle vermek zorunda olduğunuz bir şeydir. Paramız, eşyalarımız, bilgimiz veya mülkümüz bizim insan olmakla edindiğimiz değerlerimizdir ve bunlar söz konusu olduğunda başkalarıyla eşitlik aranmaz. Vermemek tercihimizdir. Ama beslenme böyle değildir. Bu, insan olmamızla değil canlı olmamızla alakalı, çok daha temel bir gereksinimimizdir. Sizden para isteyen birinin bunu bankadaki vadeli mevduat hesabına yatırıp yatırmayacağını veya lüks bir aracın taksidini ödeyip ödemeyeceğini bilemezsiniz. Ama yiyeceğinizi paylaştığınız insan onu yer ve karnını doyurur. Bu temel bir şeydir, bunda hile yoktur.
Birlikte çalıştığım insanlara da hep söylerim: Benim masamda gördüğünüz yiyeceklerden alabilirsiniz. Masamdaki kalemler, bilgisayarım ya da giysilerim konusunda asla böyle cömert değilimdir. Ama yiyeceğin asla saklanmaması gerektiğini düşünürüm. Bir insan açsa, o sırada canı çekmişse sizdeki bir yiyecekten yeme hakkına sahiptir. Zaten bence yiyecek konusunda, karnınızı doyuracak kadarından fazlası asla sizin değildir. Eğer biri onu sizden isterse, bence vermek zorundasınız.
Bu hassasiyetimle düşününce, minnacık bir bebeğin karnını onun için en doğal besinle doyurabilmenin iyi bir şey olduğunu görebiliyorum. Anne sütü o bebeğin hakkıdır. Bunun için süt bankası denen şeyin iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum.
Açıkçası, gıda konusunda bu kadar paylaşımcı düşünen biri olarak iki çocuğun aynı kadının sütünü içtiklerinde dinimize göre kardeş sayılıyor olduklarını duyduğumda “nasıl yani” dedim…
Dini konularda çok cahil sayılmam ama nedense bu konuyu bilmiyordum. Süt bankasıyla ilgili tartışmalarda bununla ilgili şeyler geçince önce inanmadım. İki bebeğin aynı kadının sütünü içmekle, evlenemeyecek derecede kardeş olmalarının nasıl olduğuna aklım ermedi. Amca-teyze çocuklarının evlenmesi caiz görülürken nasıl oluyor da aynı besinle beslenince evlenmek haram oluyor, anlayamadım..
Peki ya aynı ineğin sütünü içmiş kişiler ne oluyorlar? Eğer süt proteininin böyle kardeş yapıcı bir özelliği varsa bu inek sütünde de geçerli olmalı değil mi?
Benim mevzuyu sulandırdığımı söylemeyin. Hocanın biri “süt bankası, islam toplumunun temelini dinamitleme projesidir” gibi bir söz söyledi. İnek denen muhterem mahlukun süt annemiz olması, bebeklerin aynı sütü içmesi ve sonra evlenmesiyle dinamitlenmiş olunacak bir toplumdan daha saçma bir fikir değil, kendinize gelin!
Ama bu bir inanç meselesi elbette. Kardeş çocuklarının evlenmesi, hangi dinde ya da kültürde normal görülüyor olursa olsun benim gözümde ensestten başka bir şey değil. Dinen caiz ya da haram olsun, benim çevremde amcasının kızıya evlenene Allah izin veriyormuş da yapmış demezler, kısaca sapık derler… Öte yandan çevremdeki insanların, aynı sütü içmekle insanların kardeş derecesinde bir genetik benzerliğe bürünmeyeceklerini de bal gibi bildiklerini bilirim. İnsan inandığıyla ona mantıklı gelen arasında kalırsa tercih onundur. Ama bilmelidir ki bu tercih sadece onunla sınırlıdır.
Bu, toplumdaki bir düzenlemenin normu ya da devletin kurallarından biri olursa bence orada sıkıntı başlar… Size bu olayın, epeyce bir zaman önce yaşanmış bir benzerini anlatayım:
1237 yılında Papa bir ferman yayınlıyor ve bildiğiniz, sokaktaki kedileri şeytan ilan ediyor. İki çocuğun aynı sütü içmekle kardeş olmayacaklarına “hadi len” diyemedikleri gibi, insanlar o zaman da kedilerin şeytan olmasına “hadi len” deyip geçemiyorlar. Bunun yerine zavallı kedicikleri katlediyorlar…
Sonuçta bir gün Kırım tarafından gelen bir gemideki mikrop taşıyan fareler karaya çıkıyorlar ve kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılıyorlar..
Taşıdıkları mikrop veba mikrobu ve bu yüzden 75 milyon insan ölüyor…
Bence size söylenen bir şey aklınıza yatmıyorsa ona kuşkuyla yaklaşın. Söyleyenin kim olduğu fark etmez. Tanrı, başbakan, öğretmeniniz ya da babanız… Her kim konuşuyorsa konuşsun… Size ne yapmanız gerektiğini söyleyecek kadar kendinde emin kişi mantığınızı da ikna etmek zorunda olan kişidir.
Yoksa kedileri şeytan diye öldüren “inanmışlardan” ne farkımız olur ki?
İnsanlık denen şeyi kedi yavrularını emziren bir dişi köpeğin merhametinin altına indirmenin Tanrı’nın da hoşuna gideceğini sanmıyorum.
Aptallar söylenenleri uygularlar.. Akıllılarsa çıkış yolları ararlar… Ve sınavlar aptallarla akıllıları ayırmak için yapılır, bunu anlıyorsunuzdur…