Bu lafı duyduğumda onun bizim “resmi” sloganımız olduğunu düşünmemiştim. Bir kere, bir milli takımın sloganı olacak ciddiyette bir söz değildi ve aslında kendini aşağı görme iması içeriyordu. Sonradan, bunun resmi sloganımız olduğunu anlayınca “hadi ya” diye üzüldüm..
Demek ki 90 dakikalık uzun bir süre boyunca yapman gerekenleri yapmamışsın. Hatta, dahası karşı taraf bir şeyler yapmış ki, bitmesi onların çıkarına gözüküyor.
Ondan sonra.. Biz bitti demeden bitmezmiş.. Hasbel kadere iman buna denir sanırım.
Bu arada, hakem bitti deyince bitiyor. Sen bitti deyince değil. Kurallar belli, mikrofon burada.. İşini adam gibi yap, bırak başkası aman bitmesin biraz daha deneyeyim diye kıvırtsın.
Çok açık, değil mi? Kendine slogan olarak bunu seçen bir takımın kapasitesine değil, şansına güvendiği, hiçbir halt edemeyeceklere has bir kuru efelenme içinde olduğu…
Bu budalaca lafı slogan diye kabul etmekle de bağlantılı olarak, bizimkiler Fransa’da kelimenin tam anlamıyla rezil oluyorlar. Turnuvanın neredeyse tüm maçlarını izledim. Bizim takım, ilk 2 grup maçında en kötü top oynayan takımdı bence..
İspanya maçındaki rezalet bence bir kenara not edilmesi gereken bir durum. Maçı statta izleyenler doğal olarak tepki gösterdiler. Bizimkiler maça ara verip stat hoparlörlerinden, “berbat oynuyoruz ama bekleyin, daha bitmedi, çünkü biz bitti demeden bitmez” diye duyuru yapsalar, işte bizim akıllara ziyan sloganımız bir anlam bulurdu o şekilde.
Arda’ya top geldiğinde ıslıklayan taraftarlar için, maçı anlatan sunucunun(*) ileri geri konuşması ise ayrı bir sefillik. Islıklamanın niye yanlış olduğunu açıklamaya dair söylediği tek şey “bu çocuklar bunu hak etmiyorlar” oldu. O sırada Iniesta orta sahada taca çıkacak topa koşup yatıp topu çevirirken bizim reklam yıldızı Arda 10m kadar bir mesafeden onu seyrediyordu. Bana sorarsanız bu ıslıklama işi en çok Arda’ya yaradı. Zaten hiçbir şey yapmıyordu, moralim bozuldu ayağına, rezilliğine bahane bulmuş oldu.
Bir takım çok yetenekli oyunculardan kurulu olmayabilir. Ama oyuncuların ısrarını, çabasını, yardımlaşmasını görürsünüz sahada. Bu şekilde gayet güzel top oynayan bir sürü takım var turnuvada. Eleme grubu maçlarında bizi madara eden 300 küsur bin nüfuslu İzlanda’nın turnuvada oynadığı futbol buna çok güzel bir örnek. Bizim taraftan not etmek istediğim ise Burak Yılmaz denen adam. İspanya maçına çıkarken, bu arkadaşın kafasında gol atmayı bırak, şut çekmek gibi bir düşünce bile yokmuş gibime geliyor. Pozisyon seyrederken ofsaytta kalmak, ayakta duramamak, boşa kaçmamak.. 80 milyonluk memleketin milli takımı çıkara çıkara bu adamı forvet diye çıkarıyorsa zaten biz hiç futbol falan konuşmayalım.
Aslında bizi rezil eden, sahadaki futbolcular değil. Futbol, sahada oynanırken, hakkında ne kadar uzun uzun konuşsak da, hadd-i zâtında basit bir top oyunu. İş organizasyona bakınca ilginçleşiyor. Mesela, maçı yayınlayan TRT’nin oraya götürdüğü eleman sayısı 90 küsurmuş. Oysa ki maçı canlı yayınlayan diğer ülkeler bunun 3’te biri kadar elemanla aynı işi hallediyorlar.
Bir diğer tuhaflık da Futbol Federasyonu’nun turnuvaya götürdüğü davetli sayısında.. TFF, turnuvaya 900 davetli götürmüş. Mukayese olarak bakarsak, İngiltere Futbol Federasyonu 17, Almanya ise 44 davetli götürmüş.
Daha da tuhaf olan ise teknik direktör maaşı. Fatih Terim yılda 3,5 milyon Euro maaş alıyor. Yine kıyaslamaya girersek, Del Bosque 2,7M, Löw ise 2,8M alıyorlar. Bizi rahat geçen Hırvatistan’ın teknik direktörü Cacic, 250 bin Euro alıyor.
Bitti sanıyorsanız yanıldınız. Daha daha daha da tuhaf olanı, futbolculara verilen “turnuvaya katılma hakkı kazanma primleri” meselesi. Bizim milli takımın aldığı prim, turnuvaya katılan diğer tüm takımların aldıkları prim toplamından fazla.
Hiç prim almayan takımlar var (ev sahibi haricinde elbette).
“Büyük ülke” olmayı gösterişten, şatafattan, böbürlenmeden ve bolca boş laftan ibaret sanan bir kültürün çocuklarıyız. Euro2016’ya gitmiş olmamız, şu ana kadarki turnuva istatistiklerine bakacak olursak, olmaması gereken bir şeyin olmuş olması gibi duruyor. Bu durumda, turnuva ile ilgili anlatılanlar da bir futbol başarısızlığından çok halimizin pür mealinden başka bir şey olmuyor..
(*)
Maçı anlatan sunucu Ersin Düzen’di. Yalçın ya da Levent Abileri yanlış anlaşılma olasılığının dışına çıkaralım.
Yazıya iki gün sonrası eklemesi:
“Biz bitti demeden bitmez” gibi, en yalın tabirle “aptalca” bir sloganı olan bir takımın turnuvaya devam edip etmeyeceği, 3 farklı karşılaşmanın (bir hesaba göre 4) sonucuna bağlı idi. Allahın sopası yok lafı tam böyle bir durum için söylenmiş olmalı. Hani sen bitti demeden bitmiyordu, bak tam 6 (8) tane takım, ki yarısından çoğu zaten çıkmayı garantilemiş, karar veriyor senin kaderine diyeceğim de kime…
Hele, İtalya İrlanda’ya yenilince “yedek kadroyla çıktılar ama” diye ağlanmak nasıl bir şey siz düşünün. El takımıyla gruptan çıkmayı ummak, ilk iki maçında 6 puan alıp çıkmayı garantilemiş takım, son 5 dakikada gol yiyince maçı çeviremedi diye kızmak, genel sıralamada bizden çok daha aşağıda bir takım, cayır cayır top oynayıp Portekiz gibi bir takıma 3 gol atarken kendisi maç kazanıyormuş gibi sevinmek sonra da biz bitti demeden bitmez diye kasıntı bir slogan…
Bu arada bitti demeden bitmezci tayfa kafile bile yapmadan ayrı ayrı dönmüş memlekete. Adamı milli olan her şeyden soğutmaya yemin etmiş insanlara milyonlar ödüyoruz. Ondan sonra bir de “milli takım elendi diye sevindin mi” diyen dingillerle uğraş.. Zor memleket burası diyorum abartıyorsun diyorsunuz dostlar…
“Turnuvaya katılma primi” sıralamasında bizim milli takım birinciydi. Hatta, katılan diğer tüm takımların toplamından daha çok prim almışlar. Zaten turnuva başındaki kavga da içlerinden birinin bu “deli” parayı diğerlerine göre eksik almasından çıkmış.
Bu arada Fatih Terim ve teknik heyet, katılma primi olarak değeri milyon Euro’larla belirtilen bir prim almışlar. Malzemeci vb. tayfa bu paradan pay almadığı için de mevzu çıkmış.
Şimdi bunların hepsini bir kenara bırakalım. Turnuva “dönüşü” millilerimize 150’şer bin Euro daha prim ödemesi yapılmış olduğunu da not edeyim ve bu, bu rezillik hakkında yazdığım son şey olsun.