Etiket arşivi: Murat Belge

Eller yukarı!

Sık sık dolandırıcılık hikayeleri duyuyoruz. Bunların pek çoğu yok artık diyeceğimiz kadar aptalca numaralar oldukları halde bunların mağduru olmuş bir sürü insan var, hatta bazıları şöhret sahibi, akademisyen vb..

Bu hikayeler anlatılırken, başkalarının salaklıklarını konuşmanın rahatlığıyla güzel güzel anlatıyoruz. Peki bu aptallıkları uzaktan izleyip gülerken hiç düşündünüz mü? Nasıl oluyor da hep işe yarıyor?

Dolandırıcılar insanların zaaflarını kullanırlar. Bu, tüm tuzakların temel çalışma yöntemidir:  Sana ya kolay yoldan elde edebileceğin bir “yem” verilir ya da kötü bir durumda olduğun öne sürülerek korkutulursun.

Bizdeki dolandırma yöntemlerinde de bu iki zaaf bolca kullanılıyor. “Kolay yoldan bir şey vermeyi vadetme” kısmını şimdilik geçiyorum.

Bugün bir sohbette, şu sıralar popüler olan bir dolandırıcılık yöntemi anlatılırken aklıma Büyük Mal’daki Sülük Efendi hakkındaki aşağıdaki satırlar geldi.

Kemal Tahir’in Büyük Mal’ında, bir taşra mütegallibesi, Ermeni malıyla zengin olmuş ağa anlatılır. Bir münasebetle MİT gelir oralara. Herkesin önünde korkudan ne yapacağını bilemediği bu yerel “güçlü”nün MİT’ten nasıl korktuğunu anlatır Kemal Tahir. Bu bizim düzende, Devlet karşısında, “yerel güçlü” filan olunamayacağını anlatmaktır derdi. Çok da haklıdır. Dünyanın birtakım yerlerinde “egemen sınıf” adını hak eden sınıflar bizde öyle egemen filan olamamıştır. Düzen, kapitalizmi geliştirmek için vardır, ama kapitalisti de adam yerine komaz.

Bizim insanımız “devletle”, “askerle”, “polisle” bir sorun yaşamak istemez. Boynu kıldan incedir devletine karşı. O yüzden, “bana bilmem kaç bin kontör yükleyeceksin” diye onu arasan muhtemelen küfürü yersin ama arkadan birkaç telsiz sesi duyulup, terörist bağlantını araştırıyoruz falan denince eller ayaklar boşanıverir.

Bu yüzden en iyi dolandırıcılık taktikleri devlet adına insan korkutma esasına dayanır…

Türk insanı cesurdur, yiğittir ama..

“Sen devletsen ben de vatandaşım ulan!” diyecek kadar da değil tabi. O yüzden maliyeci, subay, polis, istihbaratçı kılıklı insanlarla karşılaşınca söz gelimi, trafikte babası yaşında adama saygısı olmayan yiğitler anında el etek öpmeye hazır masumlara dönüşüverirler…

Yarın 23 Nisan! İnsan aklına hakaret edercesine saçma sapan masalları  kürsülerde küçücük çocuklara anlattıracaklar! Kendilerine sadece, en yakın kitapçının kapısının önündeki “yeni çıkanlar” yığınında satılan bir popüler kitapta yazılanlar kadar uzak olan gerçeklerden bihaber; çocuklarının o gurur verici anını görüntülemeye çalışacaklar bu potansiyel dolandırıcı mağduru vatandaşlar!

Namıyla iş bitirilen devletin kendisi de dolandırıcılık konusunda oldukça yeteneklidir yani…

Vatandaş, korkak ve kişiliksiz olması bir yana, devletin her zaman kanunsuz iş yapma potansiyeli taşıdığının bilincindedir. Ebeveynleri birbirini gebertirken onları seyreden küçük bir çocuğun büyüyünce davranışlarının bu olaydan etkilenmesi misali, bizim vatandaşlar da defalarca sistematik eşkiyalıkları yapmış bir devleti çaresizce seyrederek büyümüşlerdir ve şimdi yetişkin gibi gözükmeleri hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.

Resmi bayramlarda kürsülerde atılan palavraları,bir devletin “resmi” tarihi ve onu öğretmekle görevli “milli” eğitimi açısından seyrettikçe, “sizi terörle mücadeleden arıyoruz bize bin kontör yükleyin” diyen adamlara kızamıyor insan…

Ulu Önder …

Kore’nin ulu önderi Kim Jong-il öldü.  Yerine elbette oğlu geçecek. Ölen adam da zaten babasının yerine tahta oturmuştu.

Kore’nin ulu önderinin ne kadar özel bir insan olduğunu biz yabancılar o öldükten sonra öğrendik. O bir başkomutan, ideolog, elbette ekonomiye ve tarıma yön veren dahice fikirlere sahip bir aydın, ulusal futbol takımına taktik verip maç kazandırabilecek bir futbol bilgesi, golf üstadı, sanatçı, sanat eleştirmeni, moda ikonu, büyük bir tarihçi, geleceği gören bir dahi vb. vb.

Kore’de onun adı öyle çıplak biçimde yazılmazmış. Önüne getirilen sıfatlardan bazıları; Aziz Lider, Dahi Lider, Sevgili Lider, Rehber Güneş Işığı, Mutlak Muzaffer, Demir İradeli Kumandan, Devrimci Yoldaşsal Aşkın En Yüksek Tecessüdü, 21. Yüzyılın Parlak Güneşi, Cennetten İnen Şerefli General gibi şeyler…

Böylesine muazzam bir insanın dünyadan göçmesinin ardından O’nun öksüz kalmış milleti ardından oldukça abartılı bir yas tutuyor.

Ve bu yasın görüntüleri dünyayı güldürüyor ve hayrete düşürüyor. Ben 15 yaşında babasını kaybetmiş bir çocuk olarak, abartılı yasları ve dövünmeleri hep büyük bir samimiyetsizlik olarak görmüşümdür. Hele, bir devlet başkanının ölümünün ardından ağlayan dövünen insanları gördükçe içimde hep bir tiksinti duygusu oluşmuştur.

Namık Çınar, yazısında bu tuhaf, yapmacık, anormal ve kesinlikle “çirkin” görüntüleri çok güzel işlemiş…

Dışarıdan bakınca bu halkın “çıldırmış” gibi göründüğünü söylemiş.  Bir toplumun, bir insana tapacak kertede “kul”laşmasının ne denli çirkin olduğunu görerek bunu yadırgadığımızı yazmış.

Ve dönüp kendimize bakmamızı söylemiş. 70 küsur sene önce ölmüş bir adamın arkasından yasta olmak, ölüm yıl dönümünde gözyaşı dökmek,  o saatte hayatı durdurmak vb. daha da “çirkin” bir riya değil mi? Aramızdan kaçı, bir sevdiğinin ölüm yıldönümünde, aradan yıllar geçtikten sonra bile gözyaşı döküyor, o an hayatı durduruyor? Bu, ikiyüzlülük değil de nedir?

Şimdi Kore örneğini biraz da dehşetle izlerken kendimizden de parçalar bulmuyor muyuz? Kendimize dışarıdan bakmış gibi olmuyor muyuz? Az gelişmiş toplumların ilerlemek ve bilimin yol göstericiliğinde yükselmek adına ulu önderlere ve büyük kurtarıcılara nasıl ilkel ve dogmatik bir biçimde tapındıklarını görünce kendimizde bir hata göremiyor muyuz?

Buna Murat Belge yanıt vermiş ve hayır demiş… Ve kendinden çok emin eklemiş:

Hiç şüphem yok ki bu ülkede bir yığın insan o görüntülere bakıp eğleniyordur. Ama üstünü hiçbir şey alınmıyordur. “Yahu, benzerliği görmüyor musun?” dese biri, büyük ihtimal, gene görmeyecektir. “Biz Atatürk’e ağlıyoruz! Aynı şey mi? Kim, kim oluyor?” diyecektir.

Zaten milliyetçiliğin de ana gücü insanın bu aptallığından gelir. Herkes senin gibi düşünüp davrandığı halde hâla kendini onlardan farklı ve kendi durumunu özel görmeye devam edersin. Aradaki benzerliği görüp inandığın şeylerin sıradanlığını ve muhtemel yanlışlığını sorgulamazsın. Kore’nin ulu önderinin arkasından yapılan ağlama tiyatroları seni eğlendirir ama milliyet.com.tr’de 10 kasım sabahı arabasını yol ortasında durdurup açık kapının yanında esas duruşa geçmiş beyefendi ve hanımefendileri gördüğünde göğsün kabarır. Biri aradaki benzerliği söylediğinde de aptal aptal bakarsın. Bu da milliyetçiliğin ana temalarından birisidir zaten.

Murat Belge, aradaki benzerliği görmemek üzerine bir anekdot da aktarmış:

Yıllar önce bir arkadaşım anlattıydı. Amerika’dan tanıdıkları Etiyopya üstünden geçerek bizim buraya gelmişler. “Ee, nasıl bir yer Etiyopya?” “Haile Selasiye Havaalanı’na indik,” demiş, Amerikalılar; “Haile Selasiye Caddesi’nden geçerek Haile Selasiye Meydanı’na geldik. Orada Haile Selasiye Oteli var…” Benim arkadaş gülerek dinliyor bunları. Onun da “Etiyopya’nın nasıl bir yer” olduğuna dair tahminlerine aykırı bir durum değil, anlatılan. Derken Amerikalılar devam etmiş: “Sonra buraya geldik, Atatürk Havaalanı’na indik…”

Bu noktadan sonra insanlar ikiye ayrılıyor. Atatürk’ün büyüklüğünü, padişahı kovduk cumhuriyeti kurduk tadında anlatanları, o olmasa biz şimdi olamazdık diye işi bilim kurguya çekenleri de var,  içinden hassiktir diyerek eziklik kompleksi içinde elin keferesine hoş gözükmeye çalışmaya devam edeni de.

Peki, bu sahteciliği, çirkinliği ve ilkelliği, ilericilik ve çağdaşlık adına yaşamak zorunda olan kara kalabalıkların bu işten ne çıkarı var ki oynamaya devam ediyorlar yetmiş küsur yıldır. Murat Belge buna da cevap veriyor. Onları bir “oynatan” var diyor. Bu oynatıcılar kimler mi?:

Onlar, “mostra” olarak, bu üzerinde “Kim” yazan tabelayı ellerinde tutacak, kaldıracaklar ve “Kim” adına ülkeyi yönetmeyi sürdürecekler. Kim hanedanını tartışılmaz hale getirdikleri ölçüde yönetimde ve bütün ülke hayatında edindikleri yerin de tartışılmaz olmasını sağlayacaklar. Kendileri için bir şey istiyorlarsa onlara “namert” diyelim. Bütün istedikleri, yüce Kim ilkelerinin ilelebet payidar olması. Onlar sadece bu ilkelerin yılmaz ve yorulmaz bekçisi. İlkelerden sapan hainlere biraz sert davranıyorlarsa, o kadarı da olacak artık. Bunu kendileri için yapmıyorlar ki!

Eeee, kumaş bu olunca terziler de böyle oluyor.