Fikir özgürlüğünün kısıtlanması insanların düşüncelerini yasaklayarak olmuyor, insanların düşünmemelerini sağlayarak oluyor.
Çünkü en budala totaliterler bile biliyorlar ki düşünceyi yasaklamak zavallıca bir çabadır.. Düşüncenin karşısında durabilecek bir güç, bir silah, bir doktrin, bir disiplin yok! Bu korkunç şeyden sistemleri korumak için insanların düşüncelerini yasaklamıyorlar, insanların düşünmemelerini sağlıyorlar. Zor bir şey gibi gözüküyor ama bunu çok iyi başarıyorlar.
Bir arkadaşım “insan mental olarak tembel bir varlıktır” demişti. Çok akıllıca bir sözdü. İnsan beyni tembeldir. Zihnimizin “yapmamaya” alıştığı şeyler “yapmaya” alıştıklarından hep daha fazladır. Bir kez düşünmemeye alıştığımızda bunu büyük bir disiplinle zavallı hayatlarımızın sonuna kadar sürdürebiliriz.
Her şeyi alıştığımız şekliyle görme eğilimindeyiz. Etrafımızda olup bitenleri kafamızdaki şartlanmaların kanıtları olarak görmeye çalışırız. Ya da çoğu zaman hiçbir şey görmeyiz. Parçaları birleştiremeyiz. Çoğu zaman bize söylenen yalanlar çok kötü hazırlanmış hikayeler oldukları halde onlara hiç zorlanmadan inanırız. İnanmayı isteriz. İşe duygularımızı, daha doğrusu, duygularımız sandığımız mental tembelliğimizi katarız. Ne zaman duygularımızı, ne zaman mantığımızı dinlememiz gerektiğine hiçbir zaman doğru karar veremeyiz.
Otoriteye inanmak bizim için bir ihtiyaçtır. Kendimizi küçük, yararsız, zayıf hissettiğimiz ölçüde, bir büyük gücün bir parçası olmanın bizi güçlü kılacağına inanırız. Kişiliğimizin temeli olan zekamız ve vicdanımızı bu yüzden otoritenin yalanlarına inanma konusunda hep ikinci plana atabiliriz. Kendimizi büyük bir bütünün parçası hissetmek uğruna kişiliğimizden ödün vermeye hep hazırızdır.
Devlet bize bir şey söyler. Bu yalanla, bu saçmalıkla okuma yazmayı öğreniriz. Buna koşulsuz inanırız. Sonra büyürüz. Yalandan dünyamız, kartondan dekorumuz köhnemeye başlar. Ama ona inanmaya devam ederiz. Hayatımızda bir kez bile ordumuzun harcamalarını ya da insiyatiflerini sorgulamamışızdır ama apolitik bir şekilde milletvekili maaşlarını konuşur dururuz.
Zeki olduğundan hiç şüphem olmayan bir arkadaş geçen milletvekili maaşlarından söz ediyordu. Klasik bir “cebini düşünen hain politikacılar” hikayesi dinliyordum. Milletvekili maaşlarına zam yapılmasını savunduğumdan falan değil, sırf kurmalı bir oyuncak gibi davrandığını ona hissettirmek istedim. Ona İngiltere, Fransa ve Almanya’dan örnekler verdim. Sonra birden bunun yararsız olduğunu anladım. Adam bu düşüncelerin gerçekten kendisine ait olduğunu sanıyordu ama ben aslında onunla konuşmuyordum. Sonra zekasına güvendiğim için ona bir şey sordum: Sen hiç hayatında bir sebepten dolayı askerleri eleştirdin mi dedim. Adam hayır dedi. Sonra ona internet yardımıyla Lockheed skandalını gösterdim. Konuşma bitti.
Benzer bir şeyi Ermeni soykırımı hakkında bir arkadaşla konuşurken de yaşamıştım. Aslında oldukça açık fikirli biriydi. Ama ezberlerine girildiğinde hırçınlaşıyordu. Onda da, savunduğu düşüncelerin kendisine ait olduğunu sanma gibi bir ruh hali olduğunu hissetmiştim. Sanırım ona Dersim Katliamı’nı anlattığımda bana Alevi olup olmadığımı sormuştu. O zaman bu konu kamuoyunda tartışılmıyordu. Bana inanmadı. Ben de ona Alevi olmadığımı, Aliyle veliyle işim olmadığını söyledim. Ermeni de değildim ve ortadoks bir hristiyan da. Aslında Dersim katliamını konuşmam yüzünden Alevi olduğumu düşünmesi bile onun ne kadar objektif olduğunu gösteriyordu ama bu çıkarımı yapabilecek kadar düşünceli değildi. Birileri, düşündüğünü sanmasını sağlamıştı. Hayat böylece işliyordu…
Hayat böylece işliyor. Albayın biri hükümete karşı eylem planı yazıp bir de mal gibi gidip imzalamıştı. Bununla ilgili ortaya bir sürü pislik saçıldı. Birileri bizim “düşünen” insanların bunların komplo olduğunu düşünmelerini sağladı. Büyük bir samimiyetle bana imza atma makinesi (2,5 eksenli bir doğrusal tezgahın nasıl çalıştığını sanki hiç bilmiyormuşum gibi) gösteren arkadaşlarım bile oldu. İddialar arasında adamların sahte web siteleri kurdukları da vardı. Hepsi tamtamlar çalınarak yalanlandı.
Peki sonra ne oldu? İddiaların hepsi kanıtlandı. İmzayı atan albay uzun bir inkar sürecinden sonra artık desteklenmediğini anlayınca yediği haltı itiraf etti ve başkalarının da başını yaktı. Şimdi dönemin Genelkurmay Başkanı bile yargılanacak. Sahte sitelerde adminlik yaptırılan sivil memurlardan biri konuştu. Hem de çok fena konuştu. Ortaya bir sürü daha belge saçıldı. Adamların bizim verdiğimiz maaşlarla resmen evcilik oynadıkları ortaya çıktı.
Herşeyin komplo olduğu “düşündürülen” arkadaşlar ne yaptılar peki?
Hiçbir şey elbette..
Bir sonraki limana çoktan yelken açıldı bile. Şimdi Fransa protesto ediliyor.
Kore’deki Kim hanedanının üyesinin cenazesine gülümseyerek bakıp etraftaki Atatürk ikonalarını göremeyen bir sürü insan da “düşünmeye” devam ediyor elbette.
Geçen Facebook’ta biri onların kıyak emeklilikleri varsa benim de kalbimde Atatürk sevgisi var gibisinden bir şeyler yazmıştı. Erken emekli olacak milletvekillerine karşılık kalplerdeki bir Atatürk sevgisi nasıl bir uzaktan kumandalı sevgidir, yorumunu size bırakıyorum. Bunlar dışarıda dolaşan “normal” bir insanın “kendi” düşünceleridir diyebilir misiniz?