Etiket arşivi: Kur

Pozitif geri besleme

Yavaş yavaş, kaçınılmaz bir ekonomik buhranın içine giriyoruz. Bu arızî (occasional) bir “kriz” değil, kaçınılmaz olarak içine düşülen, yapısal sebepleri daha baskın olan bir “buhran”.

Bu buhranın sonuçlarından biri olarak paramız değer yitiriyor.

Bu değer kaybı, “kur” niteliği taşıyan para birimleri karşısında artık dramatik bir çöküş tablosu sergiliyor.

Nüfusumuz ve üzerinde bulunduğumuz toprakların dünyadaki konumu sebebiyle bu durumdan da çıkacağız.

Fakat, paramızın değer kaybı bir şeyi net görmemizi sağlamalı artık: Yurt dışında oturan, orada çalışan, orada bir iş kurmuş, oranın ekonomisine tâbi olmuş insanların burada oy kullanmaları bizim sistemimiz için potansiyel bir “kararsızlık” (instability) kaynağı.

Sistemin adı ya da işleyişi ne olursa olsun, yönetilen vatandaşların yönetimi oylaması sistem için bir kontrol mekanizması, bir negatif geri besleme kaynağı demek oluyor. Siz bu sisteme, ekonomik olarak tamamen bu sistemin dışında kaynakları olan bir geri besleme eklerseniz sistemin kararsız olma olasılığını artırmış oluyorsunuz.

Ülkede işler ekonomik olarak kötüye gittiğinde yönetimin oyları azalır (negatif geribesleme) bu da onları, mantıklı bir şeyler yapmaya zorlar. Ama sisteme geri dönen besleme, yani çıkışların (icraatların) geri dönüşü, işler kötüye gittiğinde eksi değerlere düşmezse, yönetim de mantıklı bir şeyler yapmak zorunda olmayacaktır. Bizdeki Almancılar nazarında, Türkiye’de işlerin kötüye gitmesi ekonomik olarak onlar için aslında iyiye gitmesi demek oluyor.  Çocuklarını burada okutmuyorlar, emekli maaşlarını buradan almayacaklar, buranın sağlık sistemine de muhtaç değiller. Euro 10 lira olunca, kronik bir hastalıkları için almak zorunda oldukları bir ilacı temin edememe korkuları yaşamayacaklar. Aksine, ceplerindeki para değerlendiği için burada daha ucuza yiyip içip daha fazla gayrimenkul alabilecekler.

Neredeyse tüm Almancı sınıfı, Türkiye’nin son 10 senede çok geliştiğini söylüyor. Onlar açısından bu mantıklı. Çünkü Türkiye tipik bir “tüketim ekonomisi” ne evrildi bu dönemde. Eğer parayı burada kazanmıyorsanız ve temel devlet hizmetlerini burada almak zorunda değilseniz çok güzel espriler yaparak Türkiye’nin geliştiğini iddia edebilirdiniz. Burada motosiklet alamayacağınız bir paraya oradan lüks araç alıp, öve öve bitiremediğiniz yollarımızda fink atabilirsiniz örneğin.

Lafımıza geri dönelim: İşler kötüye gittiğinde geri beslemesi hâla pozitif olacak sinyal kaynaklarının, işler kötüye gittiğinde geri beslemesi de negatif olacak ve sistemi “uyaracak” sinyal kaynaklarına oranı kritik bir değerin üstüne çıkınca sistem artık “kararsız” hale gelmeye matematiksel olarak açık olacaktır.

Devlet denen şey, kontrol edilebilir bir makine olmak zorundaysa onun çıkışlarından etkilenmeden ona geri besleme verebilen kaynaklara karşı bağışıklığı olmalıdır.

Demokrasi, insanların çıkarlarına uygun, rasyonel tepkiler verebilecekleri varsayımı ile çalışan bir mekanizmadır. Tüketim ekonomisi olmak iyi bir şey olsa iktidar bu yönde tercihlerle halkı mutlu eder ve hep daha çok oy alırdı. Bu böyle giderdi. Eğer bir iki milyon gurbetçi değil, tüm toplum sosyal haklarını başka bir ülkeden, bizimkinden çok daha gelişmiş bir ülkeden temin etse, tüm gelirini bu başka bir ülke üzerinde kazansa ve oyunu gelip burada kullansa, kışın bu ülke sadece bir grup partizana kalsa, insanlar sadece yazın gelip burada biraz para harcayıp zaman geçirse, o zaman çok ilginç sonuçları da olsa çalışan bir sistem kurulabilirdi.

Ama öyle değil. Sistem bu değil. Sanırım artık bunu toplumun çok büyük bir kısmı görüyor. Alamancıları mutlu eden şey sizi mutlu etmeyecek. Aynı tepkiyi veriyor olmanız da irrasyonel. Ve bu, sonuçları olacak bir hata..
 


(Lütfen yazıyı okurken sistemin kendisinin ona yapılacak geri beslemeyi manipüle etmek için çalıştığını göz önüne almayın. Buna popülizm dendiğini ve makinenin artık faydalı iş yapmak değil, geri beslemesini isteği yönünde ayarlamak için çalışan faydasız bir aygıta dönüştüğünün ben de farkındayım. Ancak, devlet makinesinin asıl amacını “ideal” durumda düşünmek şu anda anlatmak istediğim şeyi kolayca açıklayabilmemi sağlıyor. Özünde insanları din, milliyetçilik vb. şeylerle delirtip rasyonel tepkiler verebilen birimler olmaktan çıkardığınızda, sistemin çalışmasını bozmaları için Almanya’da yaşamaları gerekmiyor, biliyoruz bunu).

Dolar rekorlara koşarken…

6 Ağustos 2018 Pazartesi.

Türk Lirası, kur para birimleri karşısında resmen eriyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Öğleden sonra dövizin durumuna hiç bakmadım. PC başında olduğum halde. Çalışmamakta ısrar eden bir firmware ile uğraşıyordum.

Akşam eve gelince bilgisayarı açtım. Hala şu firmware aklımda.. Sıcağı sıcağına bakmak istediğim şeyler vardı. Sonra bir haber sitesine girince kuru gördüm. Dolar 5,24 TL olmuştu ! 5,08 olarak başladığı günün akşam üzerinde! Euro’dan hiç haberim yoktu, 6,06 görünce donakaldım.

Kendimle iddiaya girdim. Yandaş haber sitelerinde dövizle ilgili haber var mıydı acaba? Pek bir şakacı olan yandaşlardan birinin sitesine girdim. Dört CHP haberi bir de İyi parti haberi vardı. Hadi, ” rekor” başlığını geçtim. Doların ya da Euro’nun rekor kırması artık alelade bir şey. Peki Merkez Bankası hiçbir şey yapmamış mıydı? Ya da Başkanımız hadi bozdurun dövizleri falan dememiş miydi? CHP’lilerin kendileri bile şu sırada eminim CHP’nin kurultay haberlerini yandaşlar kadar merak etmiyordur. Anladığım, yandaşların şu sıralardaki en büyük derdi “CHP”.

2001 krizini çok iyi hatırlıyorum. Hatta, 94 devalüasyonunu bile sonuçları ile hatırlıyorum. İntihar edenler falan olmuştu çevremizde. Şimdiki gibi bir görmezden gelme olduğunu hiç hatırlamıyorum. Şimdi olanların onda biri o zamanlar olsa ortalık yerinden oynardı, bundan eminim.

Şimdi ise, kur seri rekorlar kırıyor ama bunların muhtemel etkilerini konuşmayı falan bırak, haberini bile yapan yok. Televizyonda döviz ya da kur sözcükleri telaffuz dahi edilmiyor. Sanırım durum çok ciddi ve cicişlerin bu sözcükleri kullanması dahi yasaklandı. Daha önceki rekorlarda dolsa nolur dolmasa nolur diye sırıtan başbakan falan gösteriyorlardı. Ya da ekrana “uzman” çıkarıp hareketler geçici falan dedirtiyorlardı. Bu sessizlik, durumun kontrolden çıktığı anlamına geliyor. Yakında dolardan eurodan bahsetmek hainlik falan da olur, görürsünüz.

Memleket batıyor sen iki buçuk yandaş yalakayı kafaya takmışsın diyebilirsiniz. Haklısınız. Bunlar için meslek onuru ve şeref gibi kavramlar çok uzakta, hem de epeydir. Ama yine de insan şaşırmadan edemiyor. İşin komik yanı, şimdi o stüdyodaki haber ekibi benden daha yakından takip ediyordur şu dakikalarda kuru, bahse varım..

İleri demokrasi nedir diye soranlara basın özgürlüğü dalından bu örneği verebilirsiniz.

Birleşmiş Mağazalar Derneği

Birleşmiş mağazalar derneği başkanı ağlıyor:
Döviz bazlı yapılan kontratlar son yıllardaki kur artışıyla beraber büyük sıkıntılara yol açmış.
Bu derin analiz karşısında bir durup düşündüm.

Kiracı niye döviz ile kira ödemeyi kabul eder? Ya da şöyle sorayım: Mal sahibi niye döviz ile kira talep eder?

Eğer kur zamana göre değişen bir şey olmayıp bir sabit katsayı olsaydı, mal sahibinin talep ettiği miktarı kur değeri ile çarpıp onun karşılığını kontrata yazarlardı, değil mi?

Sakın bu değişebilir bir şey olduğu için döviz ile kira kontratı yapılmış olmasın? Hatta, sakın kiracı bu işi bir risk olarak göze alıp, nominal değer üzerinden daha düşük bir ödeme karşılığı döviz ile ödemeyi kabul edip risk üzerinden fiyatlandırma yapmış olmasın? Ya da kiracı düz bir salaktır, esen rüzgarın gazına gelip ne pahasına olursa olsun bir AVM’de bir köşe tutup keriz kazıklayıp her türlü parasını çıkaracağını varsaymıştır. Olabilir..

Her durumda, şimdi kur yükseldi diye ağlamak niye birader?

Bu durumda kur yükselince kira bedelinin TL olarak artması, üç olasılıktan birinin (yüksek olasılıklı olanın) gerçekleşmesinden başka bir şey değil, değil mi?

Başkan, bir uzaylıların gelmediği kaldı, öngörmediğimiz her şey oldu diyor. Kur yükseldiği için dövizle kira ödeyen adamların gelirlerinin azalmasından şikayetçi olduktan sonra bunu söylemiş olması daha bir komik tabi. Allah Allah, yoksa biz Ortadoğu’da üç bir yanı savaş ve siyasi gerilimlerle çevrili bir ülke miyiz yoksa? Çok ilginç! Sen bir AVM’de insanlara temel ihtiyaçları olmayan bir şeyleri, popüler trendlerin ve türlü göz boyamaların itici gücüyle satmaya çalışacaksın ve bunun içinde bulunduğumuz coğrafya ve siyasi koşullardan er ya da geç olumsuz etkileneceğini öngörmeyeceksin.

Millet nasıl kazanırsa kazansın, nereden bulursa bulsun parayı, yeter ki bize gelsin biz de onları kekleyelim diye derin bir strateji kuracaksın. Senin bunu düşündüğünü anlayamayan büyük mütteahitlerin yaptığı AVM’lerden yer tutup onların kucağına oturacaksın. Sonra işler eninde sonunda patlayınca yetişin beni kurtarın diyeceksin.

Adam resmen “neyle uğraşırsan ona benzersin” önermesinin az buçuk konuşabilen bir kanıtı!