Adam güzel yazmayı beceremiyor ama bunu dert etmiyor, bunun yerine kasıtlı olarak daha da kötüleştirilmiş bir üslupla yazarak bunu kendi tarzıymış gibi karşımıza koyuyor. Bir yazar için değişik yöntemler denemek elbette güzel bir şeydir. Ama Beyaz Türk dediğimiz okumuş-etmiş adamların onun yazılarını birbirlerine yollamaları, paylaşmaları, beğenmeleri, o fikirlerde kendilerini bulmaları gerçekten çok gülünç. Abuzer Kadayıf’ın, Kemalist, ulusalcı bir yazara dönüşmüş versiyonundan başka bir şey değil Yılmaz Özdil. Onun bir yazısını ya da başlattığı bir tartışmayı bir gün blog yazısı konusu yapacağım pek aklıma gelmezdi.
Ama dürüst olmak gerekiyor. Demiryollarının milliliği konusunda başlattığı tartışma benim sıklıkla ve hararetle savunduğum “milli bir teknolojimiz olmadığı, o olmayınca da sahici hiçbir şeyimiz olmadığı” tezimi destekliyor. Burada, en azından tartışmanın çıkışı noktasında Yılmaz Özdil gibi düşünüyorum.
Osmanlı zamanında demiryollarının pek çok ülkeye imtiyazlar verilerek yaptırıldığını biliyoruz. Bu imtiyazların zamanın değişen koşullarına göre farklı ülkelere verildiklerini de biliyoruz. Ben burada donanmamızın İngilizler tarafından teçhiz edildiğini yazmıştım. Ulaşım altyapımızı da önce İngilizlerin kurmaya başlamaları bundan daha büyük bir şey değil.
Elbette Yılmaz Bey’in dünyasındaki eleştirelliğin sınırı Atatürk’le bittiği için bu noktadan sonra ben yalnız devam edeceğim: Mustafa Kemal’in, henüz milli mücadele yıllarında demiryolu imtiyazlarını Amerikalılar ve İngilizlere verdiğini biliyoruz. Taha Akyol da bunu yazdı. Amerikan Chester şirketine Anadolu’da maden arama imtiyazı veriliyor. Sebebi de milli mücadeleye İngiliz-Amerikan desteği sağlamak.
Öte yandan, ilk cumhuriyet yıllarında bir altyapı ve sanayi kalkınması olmamıştır. Cumhuriyetin ilk yılları muhaliflerin tasfiye edilmesi için verilmiş politik kavgalar ve romantik birer çaba olan inkılaplarla harcanmıştır çünkü. Yapısal değişikliklere, üretime, sanayiye ve altyapıya harcanacak kaynak yoktu. Yönetim de bu kalitede değildi. Bestesi bilmem nereden çalıntı bir marş var ya, demir ağlarla ördük anayurdu diyen… Biz Türklerin demiri işleyecek dermanı bence hiç olmadı. Bir zamanlar demir dağları erittiğimiz efsanesini de bu yüzden uydurduk sanırım. 🙂
Osmanlı’da demiryolu inşa edecek bir teknoloji yoktu. Ama 50’li yıllara kadar Cumhuriyet’in de vagon yapacak fabrikası yoktu. Şimdi olması da bunun dışarıdan bağımsız, sürdürülebilir üretim ve geliştirme sağlayacak bir teknoloji altyapısı olduğunu göstermez. Hatta dışarıya daha da bağlı olduğumuzu gösterir.
Osmanlı’dan günümüz Türkiye’sine, teknolojik yetersizliğimiz anlamında çok tutarlı bir süreklilik vardır. Bunu tartışırken kendi idolünü istisna tutmak akıllıca olmaz. Çünkü bu yapısal bir bozukluk ve bizim kahramanlarımız bunun üzerine gitmeyi pek istememiş/akıl etmemişler. O çapa en yakın insan bana sorarsanız Turgut Özal’dı. Ama çok talihsiz bir dönemde, etkin olmayan bir iktidar sürdüğü için belirleyici olamadı.
Yılmaz Özdil’le TCDD arasındaki tartışmaya bakınca zaten ne dediğim anlaşılıyor. Bir tanesi hızlı trenleri İspanya’dan alıyor, makinistleri eğitme işini bile yurt dışında yapıyorsunuz diyor, diğeri de senin çalıştığın gazetenin internet altyapısı, muhabirlerin fotoğraf makineleri hangi ülkeden geliyor diyor.
Elbette; Almanlar, Amerikalılar ve Japonlar olmasa biz Türkler kavga etmeyi bile başaramıyor olurduk. Bu tartışmanın ana fikri de bu sanırım.