Etiket arşivi: Almanya

Ulusal Coşku

Bu sözü yıllar önce duymuştum ve yeri geldikçe anlatırdım. Şimdi bir kez daha anmanın zamanı geldi:

Batı Almanya 1954 Dünya Kupası’nı kazandığında bu olay, savaştan gurur kırıcı bir yenilgiyle çıkmış Alman halkı için büyük bir coşku kaynağı olmuş. Almanlar bu zaferi “yeniden dirilişlerinin” bir göstergesi olarak düşünmüşler ve ulusal marşları savaştan beri ilk kez dünyaya açık bir şekilde çalınmış.

Ancak Hitler döneminde bu ulusal coşkuların âlâsını görmüş biri olan Alman Cumhurbaşkanı Theodor Heuss bu coşkuya pek katılmamış. Dünya kupasıyla ilgili olarak “Ben ayak ile değil kafa ile kazanılan başarılardan hoşlanırım” dediği rivayet ediliyor. Ancak, benim de güzel bir anekdot olarak arada tekrarladığım sözünü “siz vatanınızı sevmiyor musunuz?” sözüne cevaben vermiş:

“Ben karımı severdim”

demiş. Adamcağızın karısı 2 sene önce ölmüşmüş.

Cine5 diye bir şifreli kanal çıkmıştı ve hatırladığım kadarıyla bir akşam, bir büyük futbol takımımızın bir Avrupa kupası maçını yayınlıyordu. Bizim çapımıza göre zafer sayılacak bir sonuç alınmıştı ve Cine5 maçın son bilmemkaç dakikasını “şifresiz” vermişti. Kanalın şifresiz “abisi” olan kanalda maç sonrası sokağın nabzı tutuluyordu. Ve kanalın sahibi Erol Aksoy’da yanlış hatırlamıyorsam kanal binasının önünde sokaktaydı. “Zafer” kutlayan hıyarlardan biri Erol Aksoy için ölebilirim şu an gibi bir laf sarf etmişti. Bunu hiç unutmam. Sonra tabi, bu işadamımızın adını batık banka olayları sırasında duyacaktık..

Benim gözümde canlanan sahne de hep bu olacak: Ulusal coşkunluk, dandik bir maçın son birkaç dakikasını şifresiz yayınlattı diye batıkçı bir bankacı işadamına sokak ortasında kendini kurban ettirir insana… Bu, vatanı için savaşta ölmekten daha anlamsız değildir gerçekte..Bir bataklıkta düşman ateşi altında yavaş yavaş ölürsün.  Seni savaşa sokanlar birkaç gün daha iktidarda kalabilsinler diye… Ve inanın olup olacak tek sebep budur. Savaşlar para ve iktidar için yapılır ve sıradan insan için kimin iktidarda olduğu hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Öyleyse sıradan insanlar başkalarının iktidarı için niçin ölüme giderler?

İşte ulusal coşku böyle işlere yarar. Bu soruya cevap vermek yerine ezberlediğiniz şeyleri sıralamanızı sağlar.

İnsan karısını, çocuğunu, annesini, köpeğini, sevgilisini, memleketini, yaprak sarmasını sever… İnsan vatanını sevmez. İnsan bilmemkaç sene önce yaşamış adamları sevmez. Ne olduğunu bile bilmediği kavramları sevmez. Sevdiğine inandırılır… O ayrı…

 

Demir ağlarla ördük…

Adam güzel yazmayı beceremiyor ama bunu dert etmiyor, bunun yerine kasıtlı olarak daha da kötüleştirilmiş bir üslupla yazarak bunu kendi tarzıymış gibi karşımıza koyuyor. Bir yazar için değişik yöntemler denemek elbette güzel bir şeydir. Ama Beyaz Türk dediğimiz okumuş-etmiş adamların onun yazılarını birbirlerine yollamaları, paylaşmaları, beğenmeleri, o fikirlerde kendilerini bulmaları gerçekten çok gülünç. Abuzer Kadayıf’ın, Kemalist, ulusalcı bir yazara dönüşmüş versiyonundan başka bir şey değil Yılmaz Özdil. Onun bir yazısını ya da başlattığı bir tartışmayı bir gün blog yazısı konusu yapacağım pek aklıma gelmezdi.

Ama dürüst olmak gerekiyor. Demiryollarının milliliği konusunda başlattığı tartışma benim sıklıkla ve hararetle savunduğum “milli bir teknolojimiz olmadığı, o olmayınca da sahici hiçbir şeyimiz olmadığı” tezimi destekliyor. Burada, en azından tartışmanın çıkışı noktasında Yılmaz Özdil gibi düşünüyorum.

Osmanlı zamanında demiryollarının pek çok ülkeye imtiyazlar verilerek yaptırıldığını biliyoruz. Bu imtiyazların zamanın değişen koşullarına göre farklı ülkelere verildiklerini de biliyoruz. Ben burada donanmamızın İngilizler tarafından teçhiz edildiğini yazmıştım. Ulaşım altyapımızı da önce İngilizlerin kurmaya başlamaları bundan daha büyük bir şey değil.

Elbette Yılmaz Bey’in dünyasındaki eleştirelliğin sınırı Atatürk’le bittiği için bu noktadan sonra ben yalnız devam edeceğim: Mustafa Kemal’in, henüz milli mücadele yıllarında demiryolu imtiyazlarını Amerikalılar ve İngilizlere verdiğini biliyoruz. Taha Akyol da bunu yazdı. Amerikan Chester şirketine Anadolu’da maden arama imtiyazı veriliyor. Sebebi de milli mücadeleye İngiliz-Amerikan desteği sağlamak.

Öte yandan, ilk cumhuriyet yıllarında bir altyapı ve sanayi kalkınması olmamıştır. Cumhuriyetin ilk yılları muhaliflerin tasfiye edilmesi için verilmiş politik kavgalar ve romantik birer çaba olan inkılaplarla harcanmıştır çünkü. Yapısal değişikliklere, üretime, sanayiye ve altyapıya harcanacak kaynak yoktu. Yönetim de bu kalitede değildi. Bestesi bilmem nereden çalıntı bir marş var ya, demir ağlarla ördük anayurdu diyen… Biz Türklerin demiri işleyecek dermanı bence hiç olmadı. Bir zamanlar demir dağları erittiğimiz efsanesini de bu yüzden uydurduk sanırım. 🙂

Osmanlı’da demiryolu inşa edecek bir teknoloji yoktu. Ama 50’li yıllara kadar Cumhuriyet’in de vagon yapacak fabrikası yoktu. Şimdi olması da bunun dışarıdan bağımsız, sürdürülebilir üretim ve geliştirme sağlayacak bir teknoloji altyapısı olduğunu göstermez. Hatta dışarıya daha da bağlı olduğumuzu gösterir.

Osmanlı’dan günümüz Türkiye’sine, teknolojik yetersizliğimiz anlamında çok tutarlı bir süreklilik vardır. Bunu tartışırken kendi idolünü istisna tutmak akıllıca olmaz. Çünkü bu yapısal bir bozukluk ve bizim kahramanlarımız bunun üzerine gitmeyi pek istememiş/akıl etmemişler. O çapa en yakın insan bana sorarsanız Turgut Özal’dı. Ama çok talihsiz bir dönemde, etkin olmayan bir iktidar sürdüğü için belirleyici olamadı.

Yılmaz Özdil’le TCDD arasındaki tartışmaya bakınca zaten ne dediğim anlaşılıyor. Bir tanesi hızlı trenleri İspanya’dan alıyor, makinistleri eğitme işini bile yurt dışında yapıyorsunuz diyor, diğeri de senin çalıştığın gazetenin internet altyapısı, muhabirlerin fotoğraf makineleri hangi ülkeden geliyor diyor.

Elbette; Almanlar, Amerikalılar ve Japonlar olmasa biz Türkler kavga etmeyi bile başaramıyor olurduk. Bu tartışmanın ana fikri de bu sanırım.

Global 500

Brand Finance isimli uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Global 500 adı ile, dünyanın en değerli 500 markasını belirlemiş.

Ben ilk 50’ye baktım. En değerli dünya markalarının ülkelere dağılımı şöyle:

  • Amerika Birleşik Devletleri:   27 marka
  • Japonya:  5 marka
  • Almanya: 4 marka
  • İngiltere: 3 marka
  • Fransa : 3 marka
  • Kore: 1 marka
  • Hollanda: 1 marka
  • İspanya: 1 marka
  • İsviçre: 1 marka
  • Çin: 1 marka
  • Brezilya: 1 marka
  • Hindistan: 1 marka
  • Hong Kong: 1 marka

Listedeki Amerikan, Japon ve Alman markalarını alt alta sıraladığınızda görüyorsunuz ki, bu üç ülke kökenli markalar olmasa, yeryüzünde teknolojik anlamda neredeyse pek bir şey kalmıyor.

Böylesine büyük, küresel markaları, çok uluslu ve çok yatırımcılı şirketleri, ait oldukları ülkeler kriteriyle değerlendirmek güvenilir sonuçlara götürür mü bizi? Ben buna evet diyenlerdenim. Bu adamların rekabette dünyanın geri kalanına karşı böylesine şiddetle baskın gelebilmiş olmalarının düşünülmesi gereken sebepleri olduğu gibi, sadece ekonomik çıkarla açıklanamayacak sonuçları da muhakkak oluyordur.

Bir ütopya olabilecek hümanistlikte olmasa da, insanların kanları ya da bilmem kaç yüz yıl önceki dedeleriyle övündükleri bir milliyetçiliktense ülkelerinin sahip olduğu markalarla övündükleri bir dünyayı tercih ederdim. Bir Alman, Japon veya Amerikalı, şu yalan dünyanın neresine giderse gitsin orada ülkesine ait modern bir emare görecek (bir marka ona sırıtıyor olacak). Medeniyet denen şey sanırım bizim yaşadığımız zamanda artık böyle gösteriyor kendisini! Ve bu insanları vahşice sömürmek için yapılıyor demek de biraz kabalık olur. Çünkü, teknolojinin bir markası var.

Bizim dedelerimizin kanıyla renklenmiş bir bayrağımız var (kasaplıktan söz etmiyoruz), onların ise dünyanın en ücra köşesinde bile karşılarına çıkacak BMW’leri, Apple’ları, Toyota’ları, Coca Cola’ları, Vodafone’ları, Samsung’ları ve Siemens’leri var. Bazen daha iyi yaşamak, bazen eğlenmek, bazen doğaya karşı verdiğimiz savaşı kaybetmemek, bazense sadece hayatta kalmak için Bayer’e, Mitsubishi’ye, Sony’ye, Microsoft’a, Siemens’e, Volkswagen’e ve Shell’e ihtiyacı olan ademoğulları var.. Düşünsenize, adamlar parasını verip sizin ülkenizin ürünlerini almışlar, bir nebze muhtaçlar sizin teknolojinize.. Bizim bizden başka dostumuz olmaması sanırım biraz da bu yüzden: İnsanların bize ve yaptıklarımıza ihtiyacı yok ki!

Yazıma konu olan raporu incelemek isterseniz;

http://brandirectory.com/league_tables/table/global-500-2012 adresine bakabilirsiniz…