Etiket arşivi: 15 Temmuz

15 binden büyük asker

Uzaktan sesleri gelmeye başladığında başka bir şeydir diye düşündüm.

Sonra gitgide yaklaştılar ve bunun bir asker uğurlama konvoyu olduğunu gördüm.

Patlayan egzozlar, cama çıkmış gençler, üzerine bayraklar sarılmış arabalar.

Gözlerime inanamadım.

En büyük asker bizim asker diye bağırıyorlardı.

Kulaklarıma da inanamadım.

Bu memlekette bedelli askerlik çıktı. Seçimden öncesinden beri, yok çıkacak yok çıkmayacak, yok yaş sınırı şu olacak yok bu olacak diye alay eder gibi gündem yapılıyordu.

Bugünlerde 4 hafta mı olsun 3 hafta mı olsun yoksa hiç eğitim olmasın mı konusu tartışılıyor.

Benim evin önünden geçen arkadaşlar da en büyük askerin kendileri ve arkadaşları olduklarını haykırıyorlar.

15 bin Lira!

Şu asker uğurlamaları üzerine daha önce de yazmışımdır. Bu işe akıl sır erdiremiyorum. Benim yaşadığım yerde de antik bir inanç ritüeli gibi ısrarla yaşatılıyor bu hıyarlık. İşin çevreye rahatsızlık yönünü, trafiği tehlikeye atma yönünü geçtim. Benzinin bu fiyattan satıldığı bir ülkede sokakta korna çalarak kutlama yapmanın budalalığını da geçtim. Askerlik kavramının senelerdir ısrarla içinin boşaltılıyor olması yönünü zaten geçtim, bu çocuklar bundan anlamazlar. 15 bin Lirayı bastıranın “saçımızı da kestirmeyelim” diye pazarlık ettiği bir ülkede, ne olacağı bile belli olmayan bir hizmete gitmeyi sokakta korna çalıp kenara çekmiş konvoyun geçmesini bekleyen arabaların üstüne araba sürerek kutlamak nasıl açıklanır? Bunu korkudan yapıyorlar muhtemelen. Ama artık bu bile yeterli bir açıklama değil.

Üç günlük askerin komutanının emriyle sokağa “tatbikata” çıkması neticesinde halk tarafından linç edilmesini ya da ömür boyu hapis cezası almasını gördük bu memlekette. Şüpheniz olmasın, en büyük asker diye bağıran çocukların babaları ya da abileri, iki sene önce 15 Temmuz’da çarşıda askere su satmayan esnaftandı. Bizdeki gibi delice bir kafa karışıklığı kimlerin işine yarıyor, düşünelim işte…

Çoğu zaman gülünç geliyor bunlar artık bana.. Sokakta bir şeyleri kutlayanlar hayatın en kötü davrandığı insanlar oluyor genelde. Bu insanların payına hep bir şeylere inanmak, hep anlamadıkları bir şeyler için bağırmak çağırmak, kendilerini feda etmek, çok daha iyi şeyler yaşayabilecekken pislik içinde sürünüp bununla da gurur duymak düşüyor.

İnsanlığın karşısına dikilmiş birer canavardır bu çocukları birileri vatan borcunu 15 bin liraya kapatırken sokakta en büyük asker bizimkisi diye gururla bağırtan hayali kahramanlar!


Yazıya ek:

Bu turfanda “en büyük” olacak askerlerin aslında yaş olarak bedelliden yararlanacak abilerinden küçük olduklarını ve bedelli kapsamına girmediklerini elbette biliyorum. Aslında yazıya açık öğretim ile ilgili de bir şeyler ekleyecektim en başta ama buna gerek görmedim. Zaten artık her ilçede bir fakülte ya da yüksek okul yok mu ki? Eğitim öğretimle ilgili bir şeyler yazarken artık gerçekten bir ne yapıyorum ben hissine kapılıyorum. Bunu geçelim. Bir insan 20 yaşında askere gitmek istemezse yapması gerekenler çok zor şeyler değil.

Bu tür işlere polislerin de baktığını (bakması gerektiğini) düşünen Kuzey Avrupalı arkadaşlara da ertesi günden bir not düşeyim: Yazıyı yazdıktan sonraki akşam da yolda vahşi bir konvoy vardı. Aynı en büyük askerler mi bilemiyorum, sonuçta bir yörüngede dönen elektronlar gibi değil mi bir tertibin askerleri? Ve bu kez karşı yönden gelmeye çalışan bir polis aracı, kural dışı parklar dolayısıyla iki aracın aynı anda geçemeyeceği durumda olan caddenin bir kenarına sığınıp konvoyun geçmesini bekledi. Bahsettiğim araba, üzerinde 15cm boyunda harflerle trafik polisi yazan bir Renault Fluence, hatta tepesinde nazlı nazlı bir kırmızı bir de mavi yanan yassı ve şık bir de sireni var.

15 Temmuz

15 Temmuz’un sene-i devriyesi..
Bir kesim bunu bayram olarak görüyor. Devlet eliyle güçlendirilmiş bir tarikatın müritlerinin devleti ele geçirme çabası, halka karşı silah kullanması, meclis binasını bombalamaları falan nasıl bir bayram olabilir, bilemiyorum. Sonuçta devlet az daha elinde olanları kaybediyordu. Böyle rezil bir durumun kenarından dönülmesi utanılacak bir şeyken bunu kutlamak ve halka “siz başardınız” diye gaz vermek, gerçekten siyasi anlamda oldukça cüretkarca bir özgüven. Ama halkın bir kısmı durumdan memnun gözüküyor.

Diğer bir kesim artık Erdoğan ve sevenleri ne yaparsa yapsın buna peşinen karşı. O yüzden onlar 15 Temmuz adı altında anlatılanlara burun kıvırıyor. Üzerinde düşünmeye bile pek zahmet etmediklerini görüyorum konuştuğum bazı arkadaşların.

Olacak olan şey tam anlamıyla bir darbe miydi, bu bile elbette tartışılır ama bir şey olacaktı. Sonra bu şey olmayınca OHAL ilan edildi ve alakalı alakasız bir sürü kanun kararname adı altında kolayca çıkarılıvermeye başlandı. Bu arada kamudan pek çok insan uzaklaştırıldı. Pek çok insan tutuklandı. Cemaat hakkında az buçuk fikri olan ortalama bir Türk vatandaşı olarak, zaman içinde duyduklarımın da ışığında masum insanlar işlerini kaybettiler diye düşünmekten ziyade, haydan gelen huya gitti gözüyle bakmaya başladım ben bu olaylara.

Sonuçta bir zamanların iki sıkı ortağı kavga ettiler. Onlara müdahale edecek ve kazanan tarafı hukuk çizgisine çekecek üçüncü bir güç yoktu. Demokrasi ya da daha doğrusu sandık falan demeyin. Bu artık hiçbir zaman olmadığı kadar önemsiz bir detaydır.

Hükumet politikalarını genellikle desteklemeyen, cemaatle de bağı olmayan, dünya görüşü olarak hiçbir cemaate sempati beslemesi olasılık dahilinde olmayan ortada biri olarak kendi kendime soruyorum:

Kavgayı kim kazansa benim için daha iyi olurdu?
Fetö ile Erdoğan’ın mücadelesini Fetö kazanmış olsaydı Türkiye şimdikinden daha iyi bir yer olur muydu?

Benim soğukkanlılıkla düşündükten sonra bu soruya verdiğim yanıt net bir hayır oluyor. Erdoğan, her ne kadar politikalarını desteklemesek de başı-sonu belli bir politikacı. Cemaat ise çok daha karmaşık, gizli, tehlikeli bir yapı. Erdoğan iktidarının Türkiye’ye verdiği tahribatın büyük bir kısmı iş bilmezliklerinden kaynaklanıyor. Cemaat ise daha maksatlı, gizli çıkarları olan, vatan düşmanı bir yapı bence.

Erdoğan’ın gücü popülizminden geliyor. Bu, hataya çok açık bir süreç. Cemaat ise bir adanmışlık organizasyonu. Çok daha irrasyonel, derin, garip bir şey.

Düşününce iyi ki bu ikisi çok ileri gitmeden kavga etmişler diyorum. Çünkü özelliklerini yazarken birbirlerini tamamladıklarını görmemek olanaksız.

Kim ne derse desin, Erdoğan delikanlı bir adam. Dostsa dost, düşmansa düşman. Bu, politikalarını desteklemediğiniz zamanlarda bile sizde bir saygı uyandırıyor. Cemaat ise, sıkıştırdığınızda suratınıza karşı sırıtıp “cemaat diye bişey yok, ben bilmiyorum abi” diyecek kaypaklıkta tiplerden oluşuyor.

Yakalanmanın sevabını bilseniz kendiniz ihbar ederdiniz diye gaz veren şerefsizlerin arkalarına bakmadan kaçtıkları bir grup ile, kendisine darbe yapıldığı akşam sokakta sevenlerine hitap edebilen birinin yönettiği diğer grubun mücadelesini daima ikincisi kazanacak. Doğanın kuralları böyle işliyor.

Bu arada, Erdoğan sempatizanlarının, ona oy verenlerin bazı politikaları sorgulamadan kabullenmeleri sonuçta bir bilgi, görgü, eğitim eksikliği iken diğer tarafın müritlerinin alçıdan yapılmış bir eli öpmek için sıraya girmeleri, kullanılmış bir peçeteyi almak için plonjon yapmaları, yalandan ağlayan bir hoca için popçu fanı ergen gibi ayılıp bayılmaları çok daha problemli durumlar.

Erdoğan’ın üst çevresi çıkar için onun etrafında toplanmış yolunu bulma tayfasıyken cemaatçiler bir kısmı ne olduğunun farkında olmayan kafayı bulmuşlar, bir kısmı kendi gündemi olan tipler, bir kısmı ise sinsi hainlerden oluşuyor. İkinci grup birinciden çok daha zor modellenebilir. O yüzden birinciler daha iyidir.

Son mesele de şu: Bu ülkede herkes güce ve iktidara tapar. Yakın zamana kadar en alakasız tiplerin hizmet hareketine destek vermesi halka açık bir gösteriydi. Erdoğan gibi net ve güçlü biri olmasa bu cemaat belası ülkenin başından kolay kolay temizlenmezdi. Çünkü bu adanmışlık, bu kaypaklık, bu ilkesizlik ve bu derin güç ilişkileri sayesinde o iş kısa sürede tavsardı. Erdoğan, sümüklü bir sünepenin müritleri tarafından ağır biçimde kandırılmış olmanın (evet, bence ortaklık bozulmasından ziyade kandırılma durumu var ortada, bunu ayrı bir zamanda yazmalıyım) utanç verici halini taşımayı kaldıramayacak kadar gururlu bir adam. İyi ki de öyle. Yoksa klasik bir politikacı olmuş olsaydı bu iş gelecekte başımıza bir kez daha bela olmak üzere ertelenirdi sadece. Gerçi yine tekrarlanmayacağının garantisi yok. Ama bu da 15 Temmuz’un sene i devriyesinden söz ederken anlatılacak hikaye değil.

Kavgayı Erdoğan kazandıktan sonra, memlekette bir memleketin daha iyi olması kavgası veriliyor. Ama eğer ötekiler kazanmış olsalardı bence bambaşka bir kavga verilecekti. Ve bu çok daha kötü olacaktı.

Fetö ile ilgili notlarım

Eğer Fethullahçılar olmasaydı Tayyip Erdoğan şimdi eriştiği mutlak iktidara asla erişemezdi. Haklı ya da haksız, güçlü ya da zayıf, onun şu duruma gelmesini kabul etmeyecek bir ordu, bir yargı, bir bürokrasi vardı.

Yerlere göklere sığdıramadığı 15 Temmuz kahramanları o dönem değil askeri tesislerin etrafını kuşatıp askere hareket çekmek, evlerinin balkonlarına bile çıkamazlardı. Zaten bu yüzden o kahramanlar o zaman onun destekçileri de değillerdi. Bu ülkede kitleler daima güçlünün etkisi altındadır. Bu gönüllü bir etkidir.

Tayyip Erdoğan’ın ne dese oleeeey diye alkışlayan “kitlesi” aslına bakarsanız bugün bile pek işlevsel bir kalabalık sayılmaz. O yüzden, devletin başına geçme yolculuğunda daha işe yarar insanlara muhtaç durumdaydı.

Ama o dönem bürokrasi içeriden fethediliyordu. AKP gibi bir parti, bir sağ koalisyon olarak, 90’ların kriz döneminin sonunda belki bir şekilde yine var olurdu. Ama Tayyip Erdoğan, cemaatin bürokrasideki faaliyetleri açısından uygun zamanda sahneye çıkmaktan başka özelliği olmayan bir adamdı. Cemaat olmasaydı, o böyle etkili bir siyasi figüre dönüşemezdi.

Son ana kadar Fethullahçıları korudu, kanunsuz örgütlenmelerine ve işlerine göz yumdu, siyaseten onları gözden uzak tuttu. Cemaatin pek de “dini” bir örgüt olmadığını, dış güçler tarafından yönlendirildiğini, tam belli olmayan bir asıl amacı olduğunu ve bunun asla milli çıkarlara hizmet edecek bir şey olmadığını Erdoğan bilmiyor olabilir miydi? Kesinlikle hayır. Erdoğan bunları, muhtemelen daha da fazlasını bal gibi biliyordu. Ama “ümmetin direksiyonuna” geçebilmesi için bunlarla işbirliği yapmak zorundaydı.

Kendi uzun iktidarı döneminde, cemaatin hiç olmadığı kadar etkinleşmesine göz yuman bizzat kendisiydi. Paralel olan onun hükumetiydi, cemaat değil.

Şimdi telefonunda belli bir mesajlaşma programı olanlar, devletin mevduatına garanti verdiği yasal, en göz önündeki organizasyonlara sponsor olmuş bir bankaya para yatırmış olanlar, hatta o bankaya havale yapmış olanlar, patronu devlet olan bir çalışan grubu (öğretmenler) arasında kurulmuş bir sendikaya üye olanlar cezalandırılıyor.

Akademik titre sahip bir Genel Başkan Yardımcısı, gülünç bir şekilde, “hadi biz saftık, bilemedik, CHP başından beri FETÖ’yü biliyordu, Kılıçdaroğlu tutuklanmalıdır” diye beyanat verebiliyor.

Bugün Türkiye’de Fethullahçıların bir muadili olabilseydi, Erdoğan hemen onlarla da ittifak kurardı. Telefonda küçük düşürülen Alman Dışişleri Bakanı’nın yine de “tıpış tıpış” bize gelmesini bir böbürlenme ile anlatabilen bir dünya görüşü, kendi kişisel saplantılarını her şeyin üstüne koyan bir ben merkezci sistemsizliği de akılsızca devam ettirecek demektir. Erdoğan, tam olarak bilemediğimiz kendi kişisel ajandası yolunda herkesle her zaman ittifak kurabilir. Ortaklık bozulunca çıkan tatavada ne dese onu alkışlayacak bir kitle artık var nasıl olsa. Bence bu Fetö olayının en önemli iki çıkarımı budur: 1) Kitlenin kayıtsız şartsız desteği test edilmiştir. 2) Kitlenin işlevsizliği tescil edilmiştir.

Çılgınca şeyler..

Yaşadıklarımızın nasıl “çılgınlık” düzeyinde şeyler olduklarını, genellemelerle, kanaat ifadeleriyle falan değil basit örneklerle anlatalım:
Son iki haftada ikinci kez, Konya’da elektrikler kesildiğinde halk “darbe oluyor” diye ellerinde bayraklarla sokaklara dökülüyor. Valiliğin önünde toplanıyorlar. Yok bir şey dağılın dendiğinde “hayır, paralelcilerin bir şey yok diye bizi kandırmadıkları en malum, vali bizimle konuşsun” diye diretiyorlar. Vali apar topar geliyor açıklama yapıyor, milli irade evine dönüyor.

90’lı yıllarda çekilmiş akıllara zarar bir videoda Gülen müritlerine konuşma yaparken kendinden geçme durumuna geliyor. Etrafında 2-3 kişi ellerinde gazetelerle hocaefendiyi yelliyorlar ve bir yandan da ağlıyorlar. Hoca dahil herkes ağlıyor. Nasıl bir şapşallık bu, bir yandan gülerken bir yandan hayret ederek izliyorsunuz. Ama işin “çılgınlık” kısmı başka. Devlet bu videoda yüzü açıkça gözüken yelleyicilerden birisini buluyor ve elbette tutukluyor. Eleman da “videodaki ben değilim” diyor. Şimdi elemanın özgürlüğüne kavuşması 20 yıl önce çekilmiş bir videoda 1-2 saniye kadar gözüken suratın kendisi olup olmadığını ispat etmesine bağlı.

İstanbul’un belediye reisinin damadı FETÖ’cü mü değil mi kavgası var. Tabi bu arada kimse damadın ne iş yaptığını, hangi imar planı işleriyle hangi kıyaklarla büyüdüğü anlatmıyor. Damat, Tuskon toplantısında başkanın “kimin inine girilecek göreceğiz” lafını alkışlaması yüzünden tutuklanıyor. En “muhalif” gözükenler bile, aaa alkışlamış ama videosu var diyorlar.

Milyon dolarlık belediye arazilerini cemaate veren belediye başkanları şimdi FETÖcü avına çıkmış tetikçiler. Ne istediler de vermedik diyenler FETÖcü darbeyi savuşturmuş demokrasi kahramanları. Ama zamanında Bank Asya’ya para yatırmış çöpçü tutuklanıyor. Çocuklarını fetö okuluna yollamış ensaf tutuklanıyor. Üniversitede “solcu” diye bilinen akademisyenler fetöcü diye görevden alınıyorlar. Bunlardan alışveriş yapmış ve borcunu bunların bankasına ödemiş kuruluşların hesapları donduruluyor. İsmi bunlarla beraber anılmış baklavacı börekçi koltukçu inşaatçı tayfaya kayyumlar atanıyor. Ama ülkeyi 14 senedir tek başına yöneten ve bunları en üst makamların yaverleri olacak seviyeye getiren bir siyasi partinin içinden nasıl oluyorsa hiç fetöcü çıkmıyor.

Acaba ben aklımı kaçırdım, olmayan şeyler mi hatırlıyorum diye düşünüyorum bazen. Bizim 2. ligin adı Bank Asya 1. ligi değil miydi? Bu banka şimdi oraya havale yapanların ya da para yatıranların başının cidden dertte olmasına neden olan bir terör kurumu. Oysa birkaç yüz yıl önce bizim liglerden birinin isim sponsoruydu. Bu isim 460 sene önce kullanıldı da benden başka hatırlayan mı yok şimdi diye düşünüyorum futbol-siyaset harmanı haberleri izlerken!

Adi suçluları hapisten salıveriyorlar ki fetöcülere yer açılsın. Daha net bir ifadeyle; hüküm giymiş adi suçluları, siyasi suçlulara yer açmak için salıveriyorlar. Devlet bir kez daha asıl suçun onun istemeyebileceği şeyler yapmak olduğunu, vatandaşa karşı işlenen suçların göstermelikten cezalandırıldığını hâlâ fark edememiş olanlarımıza ilan ediyor. Kamuda, her bir kurumda on binlerle ifade edilen sayılarda insan işten uzaklaştırılıyor. Allah allah, bunlar hangi ara, nasıl oraya girdiler acaba?

Bugünlerde, iş iyice çığrından çıkınca, valiliklerde Fetö uzaklaştırmaları için “mağduriyet başvuru” masaları kurulacak. Oraya sabıka kaydı ve muhtardan alınacak bir iki evrakla başvurulup FETÖcü olmadığınızı ispat edeceksiniz sanırım.

At izi it izine karıştı deniyor. Tabi at kim it kim onu konuşacak adam pek kalmadı memlekette. Bu kadar çok kişinin tutuklanması da fetö oyunu diyorlar, muhabbete gel! Fetöcülerin yeni oyunu, sahte listeler hazırlamak, masum insanları gammazlamak ve böylece bu kutsal temizliği sulandırmakmış. Tutuklayan polisinden, savcısına, kararı veren hakimine kadar inisiyatif kullanacak kapasitede ve cesarette olmayan sıralı devlet memurunun günahı da fetöcülerin oluyor..

Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Kurban Bayramı’ndan hemen önce, web’den yayın yapan bir programa katılıp “subliminal darbe mesajı” verdikleri gerekçesiyle tutuklanıyorlar. Ahmet Altan “MİT’in, Genelkurmay’ın, Emniyet’in bilmediği bir darbeyi ben biliyordum ve bilinçaltı mesajı verdim öyle mi?” diye soruyor.

Adam aranıyor. Kaçaklara karışmış. Onu bulamayınca kayınvalidesi tutuklanıyor. Berikinin karısının pasaportu iptal ediliyor. Arada bir suçun şahsiliği falan gibi şeyler duyuyorum ama kaynıyor gidiyor.

Yandaş haber sitelerinde “Bir millet destan yazıyor” diye sabit banner’lar var. Tıklıyorsun, resimler falan açılıyor, tanklar, elinde bayrak olan insanlar vs…

2 aydır bitmedi.. Neredeyse her akşam, o demokrasinin yüz karası geceye ait yeni görüntüler ortaya çıkıyor. Bir işyerinin güvenlik kamerasına yansıyan herhangi bir görüntü.

Bayram tatilinde, ÖKK’nda nöbetçi iken öldürülen Piyade Astsubay Ömer Halisdemir’in memleketindeki kabrini 500 bin civarı kişi ziyaret etmiş. Onun şehit olmasına neden olan olayın aktörleri ne zaman terfi almışlar, ota boka şerh koymayı vesayeti kırmak sanan iktidar bu paşalar rütbe alırken nereye bakıyormuş soran yok. Ölen kahraman sayılıyor. Kendi küçük çıkarı için kendince bunlarla iyi geçinen hain oluyor ama işin başındakiler tüm bu değerlendirmelerin dışında, adeta insan üstü varlıklar.. Bu işlerin bende bıraktığı intiba çok net: Devlet yönetmenin hiçbir sorumluluğu, hataların hiçbir yaptırımı yok. Tabi yeterince yukarılara çıkıp bürokrasi organlarını yeterince kendine kul edebilirsen. Bizde devlet böyle bir şey. Onu tamamen fethedene kadar çok riskli. Ama sonra ne yaparsan yap.

Arada kaynayan akıllara zarar şeyler de var: 4 sene önce yaz saati uygulamasını iptal etmekten söz ederken şimdi komple yaz saatine geçiyoruz. Bu da ohal kanunuyla oluyor, uyumayın. Bu arada kış saati iptal oldu yazan andavallar var. Aramızda dolaşıyorlar.

Aziz millet, milli iradesini yüzde bilmemkaçla işte bu sağlam iradeye emanet ediyor. Biz de halk ağzı yapıp “elalemin ordusu Ortadoğu’ya petrol ucuz kalsın diye giriyor, bizimkiler girince benzinin ÖTV’sine zam geliyor ne iş” diyoruz. Artık bunu bile anlayan pek çıkmıyor. Sevdiğim bir akrabama “bak bunlar yatırımlardan falan söz ederken hep eski parayla konuşur ama köprü ücreti falan derken hemen yeni paraya geçiverirler” diyorum, “muhalif olayım diye gözün dönmüş senin” diyor.

Aklıma, gemide tanıştığım, ışık evi abisi, üniversite öğrencisi bir gence ettiğim nasihatler geliyor. Çocuk elektrik mühendisliğinde okuyordu. Oğlum, siktiret bu hoca moca işlerini. Bunların hepsi aynı. Cemaat ile adam olunmaz. İnsan bilgisiyle, yaptıklarıyla kendi başına adam olur demiştim. Bizim gibilere yakışmaz hocaefendilerin arkasından yürümek demiştim. Daha da ağır laflar ettim de, şimdi herkes öyle konuşuyor zaten, yazmanın bir esprisi kalmadı. Ben bunları o gence söylerken gencin mensubu olduğu cemaat devletin en temel bileşeniydi. Her istediğini almak demiyorum, onlar iktidara her istediğini veriyorlardı, bence paralel olan AKP idi. O dönemde kimseden muhterem hocaefendi hakkında kötü söz duymazdınız. Şimdi biz muhalefet diye kafayı yedik. Şu yazıyı ve benim kayyumlar yazılarımı okusa, beni fetöcü sanacak ne çok insan var, düşündükçe bu memleketin geleceğine olan inancım kararıyor.

Yarın Recep Tayyip Erdoğan gidip yerine Ömer Faruk Erkoşan gelse onunla beraber her türlü yolda ıslanmaya yollu milyonlarla yaşıyoruz. Her lafa inanacak, her arabaya binecek, iki Allah-Peygamber lafı duydu mu yelkenleri suya indirecek, soyundan sopundan, kültüründen coğrafyasından habersiz, beni gaza getir diye yalvaran gözlerle bakan insanların içinde yaşıyoruz.

Artık bu duyguyu daha sık yaşamaya başladım: Kime ne anlatıyorum ben ya. Her şeyin başrolünde halkın aptallığı var demek gerekirken, demokrasi, popülizm ya da benzer şeylerin korkusuyla, tam aksine herkes her yorumuna halk iradesinin kutsallığını tartışmasız kabul etmekle başlıyor. Ondan sonra onu bunu suçla dur.