Kategori arşivi: Selim Sözlük

Şeylere dair görüşlerim..

Tchibo

Privat Kafe Guatemala Grande ve Brazil filtre kahvelerini ofiste uzun bir süredir yoğun biçimde içtiğimiz kahveci ve işportacı.

Web sayfalarından sipariş verdiğinizde son kullanım tarihi yaklaşmış ürünler satarlar ama gidip dükkandan alırsanız ürünleri genellikle çok tazedir.

Kahve dışında “birbirinden çeşitli” şeyler de satıyorlar. Çin’den gelen konteyner’ları bulk mode’da alıp içinden çıkanları dükkanlarında ve web sayfalarında sattıklarını düşünüyorum.

Genel bir kural olarak, tanımadığınız kişilere hitap ederken, eğer çocuk değillerse “siz” dersiniz. Bu kahveci/tuhafiyeci arkadaşlar yarım kilo çekirdek kahve almak için sitesine giren adama “hey dostum, aradığın şey burada” tarzı bir laubalilikle hitap etmeyi tercih etmişler. 2000’li yılların başında gençlere hitap eden banka/gsm operatörü vb. hizmetlerinde bu dil kullanılarak bir tür “samimiyet” yaratılacağı düşünülmüştü. Bu arkadaşlar burada kalmış olabilirler. Ancak yukarıda görselini eklediğim “birbirinden çeşitli ürünler” tanımlaması henüz dilimize sokuşturulabilmiş bir saçmalık bile değil. Biz çeşitli tabiri ile bir kümeyi, muhtemelen belirsiz elemanları olan bir topluluğu niteleriz tekil bir kavramı değil. Bu yüzden şeyler birbirileriyle çeşitlilik rekabetine giremezler.

Daha vahim olan, bunun bizim dilimize has bir kural değil bir mantıksal zorunluluk olması sanırım. Böyle mantık hataları “ayrıntı” değildir. Bunlar insanların düşünme şekillerinin maskelenmemiş dışa vurumlarıdır. O yüzden “ne demek istediğini anlıyorsam sorun yok” diye düşünmemelisiniz. Yoksa hepimiz forward-error correction yapabiliyoruz.

Pensan Büro 10mm

Bu kalem elime tesadüfen geçti. Teksir kağıdı ve düşük kalite kağıtlar üzerine yazma performansını görünce kendisini çok beğendim.

İnce notlar almak için uygun değil. Öte yandan yazarken bol mürekkep veriyor ve ince, yalın bir ucu var. Bu yönüyle benim çok hoşuma gitti. Fatura imzalamak, teksir kağıdı gibi yüzeylere not almak, karton kutuların üstüne bir şey yazmak için mükemmel bir kalem.

Telefonu açıncaya dek sizi ısrarla arayan numara. Mart 2019 seçimleri için anket yapıyorlar. Yani siz seçenekleri sonuna kadar dinleyip seçimde oy vereceğiniz partininkini tuşlayacaksınız, bu geri zekalılar da bu sonuçlara bakıp aaa burada bu aday öndeymiş diyecekler. 🙂 Şu memlekette hala buna inananlar olması insanı gerçekten üzüyor.

Beni yaşamadığım bir yerin adaylarından hangisine oy vereceğimi sormak için aramışlar.

Konuşan bir bant kaydı ve ses itici, tonlama yapay. Böyle şeylerle taşak geçmek için bir çizgi dizi yapsanız kullanacağınız ses budur derdim.

Benim bu tür şeylere tahammül ölçütüm çok basit: Telefonda benimle, bir metre önümde dururken konuşamayacağınız şekilde konuşuyorsanız sizin yapacağınız anketi de, satacağınız malzemeyi de o uyduruk laflarınızı da sikerim.

Basit, değil mi?

Vedat Milor

Bir zamanlar ilgiyle izlediğim yeme içme gezi programını yapan kaliteli bir insan.
Adamın özgeçmişini gördüğümde gözlerim kamaşmıştı.
Bir süredir ekranlardan uzak.
Bir takipçisinin twitter’da sorduğu soruya verdiği yanıtla yine gündem olmuş..
Takipçisi, “yine program yapacak mısın abi, senden bir şeyler öğreniyorduk” demiş.
Milor da “eğer şarap içmeyi bırakırsam ve birilerinin (ntv’nin sahibini kastediyor olmalı) lokantalarını översem teklif gelir ama haysiyet gider” diyor.
Mevzuu bahis kanalın yandaşlaşma performansını hayret ederek izleyen biri olarak helal olsun diyorum.
Her şey bir yana, bu olay yeni Türkiye’nin mükemmel bir özetidir: Adam şarap içtiği için program yapamaz ama yandaş kanallarda fuhuş mafyası evlilik programı yapar.
Ekranda şarabı göstermeyince kurtulan dinimiz imanımız ve namusumuz..
CV’sini görmüş herkesin kabul edeceği üzere, Vedat Milor bu memlekete fazla zaten.

İstikbal mobilya

Az önce gördüğüm “yeni anlayışımızla Türkiye’nin ekonomisinin hizmetindeyiz” reklamına kıçımla güldüğüm, bundan sonra da sırf bu reklam yüzünden hiçbir ürünlerini almayacağım tuhaf firma!
İstikbal ürünleriyle yıllardır haşır neşirim. Daha bekar evleri düzerken bunların malzemelerini bol bol kullanmışlığım var. Berbat servis ve kurulum hizmeti Türkiye’de belli bir marka üzerinden konuşmamamız gereken çok daha genel, sosyolojik bir vaka. Ürünlerini beğenirdim, bana kaliteli geliyordu, tabi bunlar Ikea’dan önceydi 🙂
Firma ve ürünü hakkında söyleyeceğim çok şey yok. Çünkü mobilyalar hakkında uzun cümleler kurabilemem!
Bu akşam gördüğüm reklama taktım!
TV’ye reklam vermek hiçbir ön kabulü olmayan, en geniş kitleye hitap etmek demektir, değil mi? Paranı harcarken çok düşünmemişsindir kesin de.. Mesleki bir dergiye ya da içeriğe duyarlı bir internet banner’ına reklam vermiyorsun arkadaş.. Akşam kendisine atıştırmalık hazırlarken, lan iki gündür TV açmıyorum, bakalım memlekette neler olmuş diye tv’yi açan adamın (galiba bu akşamki beni tanımladım) önüne çıkıyorsun.
Memleketin hizmetindeyiz falan demek ne iş? Ne ayaksın? Mobilyacılığı bırakıp parti mi kurdun dingil? Yarın akşam çöpleri sen mi toplayacaksın yoksa?
Senin memlekete hizmet etme yöntemin koltuk kanepe yatak yapmak şeklinde değil mi güzel kardeşim? O zaman bu ürünlerini tanıt. Evlenecek çiftlere kampanyalar yaptır. Dünyalar tatlısı popçulara cıngıllar yaptır.
Genel konuşuyorum: Ürününü, markasını, kampanyasını anlatmak yerine vatan millet mesajı veren firmalar kafada soru işareti bırakır. Lan ne iş der kafası biraz çalışan adam. Çünkü bilir ki, mağazaya gittiğinde vatan millet sormuyorlar, para soruyorlar.
Ha, neyin kıvırmasında olduğunu bilmiyor değiliz. Fetöcü değilsin, yeni anlayışınla yeni Türkiye’nin hizmetindesin. Her türlü yalarsın. Anladık. Bunu bize anlatma kardeşim. O yalamalarının bedelini şişirilmiş kar marjınla TV’de o reklamı seyreden insanlara ödeteceksin. Tamam, salağız da tamamen hepimiz değil!
Ha, kişisel olarak bana hitap ediyorsan sana cevabım biraz daha spesifik olabilir: Ciğeri beş para etmez tiplerle takılan hoppa bir kız gibisin. Bir kez daha arkadaşına/kuzenine geldin. Ben o çocuktan ayrıldım, doğru yolu buldum, artık daha akıllıca davranacağım dedin. Yarın lacivert değil de parlament mavisi olan versiyona geçeceksin. Adam olsan zaten cemaatçi olmazdın, dünyaya tv koltuğu satardın Anadolu kaplanı bebeğim… İkea hangi cemaattenmiş, İsveç milletine nasıl hizmet ediyormuş, reklama para harcayacağına git iyice bir onu araştır bakalım ne bulacaksın Anadolu kedisi…


Sadece iki gün sonra bu arkadaşların başına “kayyum” atandığını okuduk. Kayyumlar hakkındaki fikrimi 15 Temmuz’dan önce yazdığım bir yazıda kabaca not ettim. Düşüncelerim geçerlidir. Öte yandan bunların eline düşen adamlar hakkındaki düşüncelerim de yukarıdaki yazıdaki üsluptan anlayabileceğiniz şekilde sabittir. İnsanlar içinde geçen her günümde aslında böyle işlerle hiç alakası olmayan “basit” tiplerin zamanında nasıl ite kaka gönüllü Fetöcü yazıldıklarına dair örnekler görüp duruyorum. Eğer her şey yolunda gitse şimdi o niteliksiz kitlenin yarattığı rahatsızlık üzerine yazılar yazıyor olabilirdim. Tasavvur etmesi, eski yazılarıma bakınca çok kolay. Niteliksiz insanların duvardaki bir başka tuğla olmak için böylesine onursuzca kavgalara tutuştuğu bir ülkede duvardan kopanların kayyum diye ağlamasına hüzünlenmek okuyucunun tercihidir. Öte yandan, kayyum dengesiziği, ayrı bir şark usulü barbarlığın örneğidir ki ötekinin kahpeliği berikinin yavşaklığının açıklaması değil. Ben ikisine de giderimi yapıyorum müsaadenizle..

MacBook

Burada hepsine yer veremeyeceğim bir çok deneyime dayanarak hakkında söyleyebileceğim, kullanıcılarının, çoğunlukla 50 dolarlık bir tablet ile yapabilecekleri işler için kullandıkları fiyatı yüksek bilgisayardır.
Öte yandan bu makinelerin ev ve ofis dışında, cafe hatta barlarda kullanılma oranları diğer markalara göre oldukça yüksektir diye de düşünüyorum.
Bir arkadaşım, hizmet verdiği bir firmanın mühendisleriyle teknik bir toplantı yapmaya gidiyor. Arkadaşım üzerinde basit bir firmware koşan board’lar satacak. Firmadaki elemanlar da bunların parametrik ayarlarını yapıp sahadaki nihai kullanım koşullarını belirleyecekler.
Yazılım sorumlusu toplantıya MacBook ile geliyor.
Arkadaşım bunu görünce eyvah diyor.
Ve doğru tahmin ettiniz.
Yazılımcı hiçbir şey bilmiyor..

Bir şirket içi eğitimde yanıma stratejik planlama mı ne öyle bir departmandan bir eleman gelmişti. Herkesin kendi bilgisayarıyla katıldığı bir eğitimdi. Eleman benim feleğin çemberinden geçmiş Asus’umu görünce ilk gün durmadan Mac süper ya, ben Windows kullanamıyorum falan deyip durmuştu. İşle ilgili kullandığı tek programın excel olduğunu gördükten sonra ona ilişmemiştim.

SMS Engelleme Listem

Aşağıda listelediğim göndericiler bana isteğim dışında kısa mesaj atıyorlar.

Bunların bir kısmının kim ve neci olduğunu bile bilmiyorum. Gelen mesajdan büyülenip tamam ulan geliyorum bütün paramı harcayacağım desem, nereye gideceğim bilgisi bile yok bazı mesajlarda.

Instagram hesabının linkini vermiş halı yıkamacı da var. Bir ile “çare” olmak için mesaj atan yolunu şaşırmış acemi politikacı da var..

Yamuk yumuk cümlelerle bahsetmeye çalıştıkları şeyler ilgilenmediğim, gördüğümde en iyi zamanımda “bana ne ulan” başka zamanlarda da daha fantezi laflar söyleyerek sildiğim saçma sapan şeyler oluyor.

Arada engellenme durumunu aşıp tacize devam etmek için isimlerinin yazımında ufak değişiklikler yapmış “büyük” markalar görünce de bu markaların değerinin ne kadar düşük olduğunu, ergen nicki gibi noktalama işaretleriyle aşağılanmayı bile dert etmeyecek kadar niteliksiz kişiler tarafından yönetildiklerini düşünüp piyasanın genel durumu için kederleniyorum. (Kederlenme kısmını abartmış olabilirim)

Anladığım kadarıyla bizimkisi gibi “alabildiğine serbest” kapitalizmin yaşandığı az gelişmiş ülkelerde sizin karşınıza bir marka ya da ona ait bir mesaj çıkarıldığı anda sizin kafayı yiyip bu markanın müşterisi olacağınız varsayılıyor. Oldukça zavallıca yöntemlerle insanların cep telefonlarında gözükmeye çalışan, bunun için “teknolojiyi” kullanan firmalar var, bunlara pezevenklik yapan teknolojik çocuklar falan var.

İki basit küfür sallayıp mesajları silip geçiyorum. Geriye kalan da işte bu kanaatler oluyor. Böyle budalaca yöntemlerle sizi müşterisi yapmaya ikna edebileceğini düşünen adamların tek aptallıkları eminim ki sms yollamak olmayacaktır.

Hep diyorum; para sizdeyse notu siz verirsiniz. Notlarını verin bunların. Cömert de olmayın. Kapitalizmin acıması yoksa, bu acımasızlık evvela aptalca reklamlara karşı aldığımız tutumda vücut bulmalıdır.

AKBANK
KURUMSALHZM
HATEMOGLU
PARO
IKEA AILE
KIMSEYOKMU
YALOVA BLD.
WiKiNGEN
SEMBOL KENT
SIGORTAMNET
PARO.
.AKBANK.
N.Y.FITNESS
LA GRANDE
KIGILI.
MARKAFONI
LASSA
BIZIMBHS
CICEKSEPETI
POKERKLAS
POKER KLAS
WHITEHOTELS
Vefa Salman
SHARKY
KASMIR HALI
Baskimo
ISIMTESCIL
KLASBAHİS
GanitaHotel
İDO
Marjbet
NACİ DEVECİ
Arnak Tic
Çanakkale
Elexbet
Atakent Has
Melih Gökçek
Beyaz TV
NUVO
Deveci İnş.
Yalova Bel
Masal Et
MYSEAHOTEL
Erikli
Budget
LarissaOtel
Carrefoursa
. AKBANK .
PTT
POLIS
KOCTAS
UCUZNET
Fuzul Ev
Honda Tr
Money Club.
ICISLERIBAK
EVEİNTERNET
ebebek
.KOCTAS.
KOKPITKOLEJ
OPET
byKURTKUYUM
HEREVDE.NET
HALIMAR
NAME HABER
UNiACADEMY
PEGASUS.
VODAFONENET
BKHALIYKMA
MEHMETGUREL
GAZIANTEP
BIREYKOLEJI
ARMADAGIYIM
Dar?ca Bld.

SPKOCAELI

KOKPITKOLEJ

Cerre Çıkmak

“Eskiden medrese talebesinin mübarek üç aylarda köylere dağılıp halka dini öğütlerde bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplaması.”

Ferit Devellioğlu ‘nun Osmanlıca Sözlüğü’nde yazan bu.

Cahil halka asla sorgulayamayacağı şeyler üzerinden “bilgiçlik” taslayıp ucuz yoldan çıkar sağlamak olarak da yorumlayabilirsiniz.

Mâlum, köye gelen Ziraat Fakültesi mezunuyla alay edilen fıkralarımız vardır. Ama köye gelen İlahiyat Fakültesi mezunuyla dalga geçilmez.  Eskiden durum daha vahim imiş anlaşılan..

Şimdi bakın burası çok ilginç: Ramazan’da çılgın paralar alıp televizyonlara iftar programlarına çıkan hocalar bu kadim Osmanlı geleneğini sürdürüyorlar gözüyle bakabilirsiniz.

Din, insanların dünyadaki hal ve hareketlerini Yaratıcı’nın isteğine uygun olarak düzenlemelerine yaradığı kadar, kullanmasını bilene sorgulanmaz bir güç ve çıkar kapısı işlevi de görmektedir. Televizyonda ahkam kesen headset mikrofonlu hoca Cerre çıkmıştır, bu gözle bakın bundan sonra..

Breaking Bad

Bizim kişisel tarihimizde önemli bir yer tutan Lost dizisini, 2015-16 kışında yeniden izleyip bitirdikten sonra onu bize unutturacak yeni bir şeyler izleyelim diye düşünmeye başladık eşimle…

Bu ruh hali ile, IMDB notunun da büyük etkisiyle Breaking Bad ‘e başladık. 5 sezon, kışın sonundan yaza kadar sürdü.

Eğer bu diziye IMDB’de 9.5 gibi bir not verilmiş olmasaydı belki bu yazıyı bile yazmaya gerek görmezdim. İşin suç ve şiddetle ilgili kısımları (anlatımda büyük yer tutmak zorunda) bence çok iyi çalışılmamış. Senaryo, en büyük kozu olan karakter dönüşümünden medet ummuş. Eh, hikayeyi ilginç kılan da gerçekten de burası. Yoksa biz, yüz milyonlarca dolar yıllık cirosu olan bir uyuşturucu patronunun tüm işlerini ihtiyar bir polis emeklisi ile halledebildiğine ikna olmak zorunda değildik.

Karakter dönüşümü işin en ilginç kısmı olabilir. Ama orada da izleyiciyle paylaşılmayan bir dönüşüm var. Ana karakterin soğukkanlı bir suç makinesine dönüşmesi, zamanında ortağı olan iki meslektaşının evlenip onu satması yüzündenmiş meğer. İnsanın 50 yaşından sonra böyle “çılgınca” bir karakter dönüşümü yaşaması, 5 sezon süren bir dizide, sadece motivasyon kaynağı ile açıklanabilir mi emin değilim. Öte yandan, White’ın başarıyla sıyrıldığı onca durum eminim pek çok Türk izleyiciye Kemal Sunal filmlerini hatırlatmıştır.

Mantık hataları konusuna hiç girmiyorum. Yazı, bu dizinin hak ettiği miktarın üzerinde bir hacme erişti bile. White’ın gücünü teknik bilgiden alan soğukkanlılığı ilk iki sezonda insana acaba dedirtmişken, sonrasında düzeltmesi bir Google araması kadar uzakta olan teknik hatalar yapılmış durulmuş. Zaten bu tür ayrıntılara da dizi ilerledikçe git gide daha az yer verilmiş. Bunların hepsini geçelim, White gibi bir karakterin o suç dünyasında bunca işi yapabilmesi onlarca kez “imkansız” şeylerin gerçekleşmesine bağlanmış. Bu kadar çok defa “imkansız” faktörü ile çıkış bulmuş bir hikayenin sonu da imkansızın imkansızı bir olayla verilmiş. Ama dizinin genel anlatımı fantastiklik değil, zaman zaman sinematografik şıklıklar içeren bir gerçekçilik üzerine kurulu. Eskiden izlediğimiz, adını hatırlamadığımız, ABD kırsalında kısıtlı bir süre içinde geçen suç hikayesi filmlerinden herhangi biri gibi hatırlayacağım bu diziyi.. Aşırı doz “imkansız” faktörü eklendiğini de hatırlayarak tabi…

 

Bir insanın adı değil soyadı olabilecek isimler

Ayaz..

(Nevzat Ayaz)

Poyraz..

(Deniz Etkisi Kar yağışının ne olduğunu falan bildiğini sanmadığım tipler çocuklarına bu ismi koydukları için, faydalı bir şey olduğunu da düşünebilmiş olup çocuklarına bu adı vermiş olmaları ihtimalini eliyor ve direkt, millet küfür etsin diye bu adı koydukları sonucuna varıyorum).

Kuzey..

(Peter North yazıyor, bilenlerin espri anlayışlarına sığınıyorum, bilmeyenler her türlü sırıtır zaten)

Güney..

(Yazmasam olmazdı)

Atlas…

(Askeri robot değil, sınıf atladım ben diyerek boncuk boncuk gözüne bakan genç bir çiftin sevimli yavruları, gerçek hayatta yorum yapmak ayıp, burada serbest..)

Ecrin..

(Bu soy isim bile olmaz gerçi.. Cennetin kapısının tokmağının çivisi demekmiş)

Arda…

(Direk demekmiş.. Ama necedir, niye insan evladına direk diye isim koyar, fonetik her şey midir, bilemiyorum…)

Burç…

Bu nasıl bir insanın ismi olabilir bilemiyorum. Aklıma horoskop değil, Burç FM geliyor. Fetöcü diye kapatıldılar.. Benim ilgimi çekmeleri frekans bandının başında ya da sonunda (tam hatırlamıyorum) olmalarıydı.