Bence Türkiye’de “demokrasi”nin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike halkın politikacıları yalan söylemeye zorlamasıdır.
Politikacılar yalancı ve istismarcı oldukları için halk masumca onlara kanmış değildir. Pazarda sesi en çok çıkanlar hilebaz çığırtkanlar oldukları için dürüst satıcıların sesleri duyulmuyor değildir.
Kök neden şu ki, bu halk düpedüz yalan istediği için, yalanı sevdiği için, istismar edilmekten garip bir zevk aldığı için, dünyaya dair görüşleri doğrudan yalanlar üzerine kurulu olduğu için piyasadaki politikacılar da yalancı soytarılardır.
Benim gençliğime kadar olan dönemde Türkiye’de demokrasi arada balans ayarına giren, vesayetçi güçlerin sınırlarını çizdiği güce erişimi kontrol edilmiş bir oyundu. Bu oyunu oynayanlar kişisel hayatlarında halka gözüktükleri kadar avam insanlar değillerdi. Halkın hoşuna gidecek şeyler söylemek politikanın bir gereğiydi ama sadece bunu yaparak iktidarda kalınamazdı. Politika yalnızca halkın önünde oynanan bir tiyatrodan ibaret değildi. Güç dengelerini gözetmek gerekiyordu.
Sonra bu oyun değişti. Söz millete geçti. Sözün millette olması hakimiyetin Allah’ta olması gibi bir şeydi. Sonuçta güç, millet adına onu kullanmaya hevesli acemi politikacıların eline geçti. Güç dengesi gözetme gereği kalmadı. Ve bizim gençliğimize kadarki dönemde gördüğümüz anlamıyla politika denen şey de bitti. Artık politika diye bir şey hiç yok. Bir adamın istediğini yapabildiği, dün söylediğinin tam zıddını bugün söylediğinde aynı kişiler tarafından alkışlandığı bir yerde artık demokrasi diye bir oyun sergilemeye gerek yok. Artık başka bir oyun var ve bu oyunda akıllı filan olmak da gerekmiyor. Şimdi Erdoğan çok da ötesini düşünmeden pat diye bir şey yapıveriyor. Ve onun ne anlama geldiğine, nedenine vs. o ve adamlarından çok muhalifleri kafa yoruyorlar.
Yalancı birinin hafızası iyi olmalıdır. Yalancı biri iyi gözlemci olmalıdır. İyi laf yapabilmelidir. Bunlar eskiden bir politikacıda aranan meziyetlerdi. Artık bunlara gerek yok.
Bu değişimin benim için ilginç olan kısmı halkın senelerdir kendisi için oynanan demokrasi oyununu aslında pek de hak etmediğini görmek oldu. Bir doktora ya da bir avukata gitsem, kendimi ona yakın hissetmeme neden olacak şey benim gibi konuşması olmazdı. Hatta pek çok profesyonel meslek erbabı için benim gibi konuşmaması, onu çoğu zaman anlayamıyor olmam, hatta onunla çatışma içinde olmam ona güven duymama neden olurdu. Benden daha çok şey bilmediğini düşündüğüm birine niye kendimle ilgili tasarruflar vereyim ki, değil mi? Ama ilginç bir şekilde konu halk ve onu yönetme iddiasındaki tipler olduğunda bu çok basit mantık çalışmıyor. Halk istisnasız her lafını anladığı ve duymak istediklerini ona söyleyen vasat oyuncuları tercih ediyor.
Oysa, bizi yöneten insanların en az bizim kadar akıllı, donanımlı, dünya görüşü net insanlar olmasını gerekli bir şey olarak görüyor olsaydık, onların her kararının hoşumuza gitmeyebileceğini, çünkü yukarı doğru çekilmenin aşağı itilmekten çok daha rahat bozucu bir şey olduğunu da bilirdik.
Bir işletmeyi, bir atölyeyi, bir çiftliği, bir fabrikayı, bir okulu ya da bir ülkeyi yönetirken, kapasitesi olan yöneticilerin alacağı kararlar yönetilen insanlardan alabildiğine destek ve alkış almayacaktır, bundan emin olabilirsiniz.
Bizi yönetecek kişileri seçmeyi istemek gibi aslında çok da gerekli ve akılcı olmayan bir takıntıyı kutsallaştırmışsak, en azından bu kadarlık bir yönetim deneyimine sahip olmamız gerekmez miydi?
İnsanlar palavra dinlemeyi sıkıcı gerçeklerle yüzleşip kendilerini aptal gibi hissetmeye tercih edeceklerdir. Çevrenizde olup biteni anlamazsanız, içine düştüğünüz durumun farkında olmazsanız belki neşeniz kaçmaz. Ama bu o çevrede yaşıyor olduğunuz gerçeğini de değiştirmez. Bir bakmışsınız iki sene önce satın alabildiğiniz şeylere artık paranız yetmiyor. Bir bakmışsınız çocuğunuz eğitim alamadığı için işe yaramaz bir insana dönüşüyor. Bir bakmışsınız karnınız artık doymuyor. Bir bakmışsınız yapıldığı için nedensizce çok sevindiğiniz köprüden aslında siz hiç geçmiyorsunuz. Bir bakmışsınız siz elektrikli otomobil yapmamıza seviniyorken elektrikli scooter bile alamıyorsunuz.
Bu toplumda akşam saati pazar dağılırken, çer çöpten yiyecek araştırıp hâla gözü bu yalanlardan başka yalan görmeyen insanlar var. Ortak mütteahitlerin milyarlarca euro borcu tek kalemde silinirken kendi kıytırık borcu için namerde boyun bükmek zorunda kalan ama oy vereceği adamda “lider vasfı” arama prensibinden geri adım atmayan feraset sahipleri var. Hayatta teknolojiyle belki de tek ilişkisi, dünyayla tek bağı olan cep telefonuna çakılan ÖTV’yi Osmanlı’yı kuruyoruz, Ay’a gidiyoruz diye sineye çeken budalalar var.
Uzatmayayım örnekleri.. Zaten benden çok şey görüyorsunuzdur siz de.. Şimdi biz önümüze çıkarılan tiplerden tipler beğeniyoruz, oy veriyoruz ve en çok oyu alan gücün başına geçiyor. Kabaca, buna demokrasi diyoruz.
Yukarıda durumlarını özetlediğim milyonlar bir şey mi “seçiyorlar” ki siz her şeyin farkında olan insanlar onlarla aynı sandığa zarf atıyorsunuz? Bence demokrasi hakkında düşünmeye tümevarım yaparak devam etmeliyiz ve tam da bu insanlardan başlamalıyız.
Demokrasiye olan varsayımsal güvenimiz benim “gerçek İslam bu değil” sendromu adını taktığım şeye benziyor: Özünde toplum için oldukça tehlikeli, kendi içinde temel sorunları olan, yaşadığımız çağla uyumsuz bir şey var. Akıllı insanlar tarafından sınırları çizilerek ve modernize edilerek kullanıma sunulmuş. Biz bu oynadığımız şeyi o şeyin aslı sanmışız. Sonra oyunu abartıp, kum havuzumuzdan çıkıp tüm hayatımıza aktarınca elimiz ayağımız yanıyor. Ama üstümüzdeki ateşi söndürmeye çalışırken bile “gerçek İslam bu değil” deyip, bir zamanlar oynamamız için verilmiş “evcilleştirilmiş versiyon”u yâdediyoruz. Oyuncuları suçlamayı tercih ediyoruz.
Bence demokrasi de aynı din gibi. Gerçekliğine gerçekten iman edildiğinde toplumu mahvedecek bir şey. Serbest piyasa koşullarında varlığı yokluğundan daha kârlı olduğu için bir seviyeye kadar varolmasına izin verilen tehlikeli bir şey: Sigara gibi. Ama tüm bunları yana yana isteyenler de insanlar sonuçta, öyle değil mi? İnsanların palavralara bayılmasının suçlusu yalan söyleyenler değil ki. Demokrasiyi de bu yüzden onurlu bir toplumun olmazsa olmazı olarak görüyoruz. Çünkü biz böyle seviyoruz. Bu artık alışkanlık yapmış. Ve bunun farkında olanlar için alışkanlığımızı sorgulamamızı söylemenin riskine değmez.