Yazı yazmayı sevmesem, bunca işimin arasında buraya girip bir de burada klavye tıngırdatmazdım.
Öte yandan yazar olmak için de yazmıyorum. Zaten yazı yazmak demek yazar olmak demek değil. Bunu blog yazdığınızda çok iyi anlıyorsunuz. Peki o zaman neden umuma açık bir adresi olan yerde yazılar yazarsın ki? Amaç bir şeyler yayınlamak, insanların fikirlerini öğrenmesi ve aydınlanmaları değil tabii ki.
Profesyonel olarak yazdıklarımızdan geçinmeyiz ama yazmak okumaya pek de benzemeyen, tuhaf bir hobidir. Yazarken kendi düşüncelerimizi “öğrenme” fırsatı buluruz. İşin not alma ve gelecekte bakıp hayret etme kısmı da hediyesi olmuş olur.
Beni yazı yazmaya motive eden şey her şeyden önce bunun beni rahatlatıyor oluşuydu. Yazmak benim için düşüncelerimi somutlaştırıp kafamın içinde başı boş dolaşmalarından kurtulmanın bir aracıydı.
Yazarken kafamın derlenip toplandığını düşünürüm. Bu tarifi zor bir rahatlama hissi uyandırır. İşin bu yönünü yalnızca bir kafa dağıtma aracı olarak kullanmıyorum. İş yaparken de çok not alırım. Bunun, iş sürecini kayıt altına almaktan çok işi yapma şeklimin ta kendisini etkilediğini de daha üniversite yıllarında fark etmiştim. Not almadan, önünde bir kağıt olmadan, bir çalışma defterine karalama yapmadan çalışan insanlara hayret ederim. Çünkü benim için kalem olmadan çalışmak çok zordur.
Fark ettim ki, çalışırken gitgide daha çok not alıyor olmama rağmen, hobi olarak yazmaya artık eskisi kadar çok vakit ayırmıyorum. Vakit bulamamam ya da daha doğrusu yazmaya odaklanamamam bunda bir pay sahibidir. Ama yadsınamaz ve benim için daha önemli olan etken şu: Artık yazmak artık rahatlatmıyor. Aksine, gerginliğimi artırıyor, karmaşık bir düşünceler dünyasına düşmeme neden oluyor. Kafamı derlemek toplamak yerine onun daha çok karışmasına neden oluyor.
Bir kere, artık kafamın içindekiler eskisi kadar dağınık bir şekilde başı boş dolaşmıyorlar. Bunun yaşla ve düşüncelerin olgunlaşmasıyla muhakkak ilgisi vardır. Artık hayatın ne olduğunu anlamak için ne gelse seyredecek meraklı bir gözlemci değilim. Zaman geçtikçe insanın aklıyla kalbi arasındaki bağ gizemini yitiriyor. Merak ile şüphenin aynı şeyler olmadığını anlıyorsun. Anlamaya çalışmak yerine önceden bildiğin bir kalıba oturtup karşına çıkan vakayı çabucak çözmeyi öğreniyorsun. Çoğu kişi buna akıllanmak diyor.
Hayata ya da dünya görüşüme dair yazacaklarım bu yüzden artık eskisinden daha net. Benim kişisel dünya görüşüm açısından durum daha da acınası bir halde: Ben başlarda doğru olması gerektiğini düşündüğü pek çok şeyin uygulamada tamamen yanlış olduğunu görmüş biriyim. Bu, çevremde gözlemlediğim ve bir yazı konusu yapmayı düşüneceğim pek çok hikayenin benim için daha da hayal kırıcı olması demek oluyor. Nereye olduğu belli bir gidişatın farkında olan ama elinden yapacak bir şey gelmeyen, bununla yüzleştiğinde de endişelenen ve üzülen biriyim artık. Ve sırtında böyle bir yük varken yazı yazmak yağan bir yaz yağmuru gibi havayı temizlemiyor artık.
Son bir iki senedir bir yazının başına oturduğumda kafamda canlandırdıklarım yolunda gitmeyen işlerden, delice saçmalıklara, göz göre göre gidilen bir felakete dair gözlemlere dönüştü. Bunları somutlaştırmak ve yazıya dökmek için uğraşmak da artık rahatlatıcı bir hobi olmaktan çok uzak.
Düşüncelerimin pek çoğu, yazmamanın yazmaktan daha hayırlı olacağı şeyler artık. Bu, benim düşüncelerimdeki marjinalleşmeden değil, ortamın marjinalleşmesinden kaynaklandı.
İşi ve iddiası bu olan bir sürü adam yalanların dünyasında bir yere sahip olmak için bir sürü palavrayı, üzerinde çok düşünmeye ve onları yenilir yutulur hale getirmeye bile zahmet etmeden yazı, makale hatta kitap diye üzerinize boca ederken, ismini gizlemekten çekinmeyen denyo bir blog yazarının görevi midir “riskli” gerçekleri teker teker yazıp hakikatin meşalesi olmak?
Ben bundan 10 sene önce de çiçekten böcekten bahsetmiyordum. Eğilimim de her zaman memleket hakkında, gidişat hakkında düşünmek ve de yazmaktır. Şimdi memleketin gidişatı, bizi yönettiğini varsaydığımız bir grubun yaptıkları, bunların kültürel arkaplanı ve bence yaşadığımız pek çok saçmalığın bizzat sebebi olan din kurumu hakkında yazılar yazmaktan çekiniyor olmam benim suçum mu? Bu korkaklık mı oluyor şimdi?
Gerçek hayatla, internet ortamındaki hayatın farkı beni hep şaşırtmıştır. Gerçek hayatta fiziksel olarak çekici biri değilsen bir şansın da internet ortamı oluyor. Ya da insanların içinde düşüncelerini yüksek sesle söyleyecek cesaretin veya düzgün konuşma kapasiten yoksa öfkeni sanal alemde kusabiliyorsun. Dünyanın en güzel fıkrasını bile anlatsan kimsenin gülmeyeceği kadar çaresiz biri bile olsan internette bir dünya komik içerik paylaşıp herkese kendini beğendirme şansın var.
Bu ikinci şans şeysi, benim hiç hoşuma gitmedi. Sanal alem bence gerçek kişiliğinizin bir alternatifi değildir. Bir şeyi, hiç tanımadığım birine sokakta spontane bir muhabbette söyleyemeyeceksem buraya da yazmam. İnsanların yüzüne konuşur gibi yazmayı önemsiyorum bu yüzden. Bizim memleketin içine düştüğü vahim durum yüzünden artık konuşulması iyi olmayacak bir sürü muhabbet var. Biz de kendimizce kendi otosansürümüzü oluşturuyoruz. Benim açımdan bir sürü enfes yazı konusunu buraya taşımamanın bir açıklaması da ne yazık ki bu. Sonuçta yazılarım kendime notlarımdır. Sokaktaki sohbetlerim de öyle.