Yıllardır bir şeyler yazıyorum, bu ülkenin gündemini takip ediyorum.
Çok ciddiye alıyorsun mu dersen, yazdıklarımı okurken hissettiğin kadar değil derim rahatlıkla.
Ama artık, gündemden bahsederken kendimi rahat hissetmiyorum…
Yazının başlığındaki sorunun bana bu kadar yakıcı geldiği başka hiçbir dönem hatırlamıyorum.
Bu soru biraz şakadan sorulur. Meclislerde, samimi olunmamak istendiğinde laf buradan açılırdı. İçki masalarında lakırdı niyetine konuşulurdu.
Futboldan ya da arabalardan söz etmek gibi bir şeydi. Sadece, söyleyecek daha çok şey bulabiliyorduk. Galiba ondan bu mevzulara giriyorduk.
Ama şimdi, bu soru bana geçmiştekinden daha farklı geliyor.
En basitinden, şimdi içki masasında girmem bu meseleye..
İçkimi ve sohbetimi zehir etmem..
Samimi olmadığım insanlarla fikirlerimi de tartışamam..
Burada soruyorum, inanın ya da inanmayın bir çeşit “dehşet” hali içerisinde:
Bu memleket nereye gidiyor?
Bundan endişe etmek, bu soruyu sormak ne zaman vatan hainliği olacak diye de merak ediyorum.
Lafın gelişi merak ediyorum yazdım…
Merak falan ettiğim yok.
Her gün art arda olan şeyler artık bundan fazlası olmaz demelerimizi yediriyor bize teker teker.
Fazlasını merak etmiyorum artık.
Birkaç sene öncesine kadar böyle değildi dediğimiz pek çok şey değişti hayatımızda. Bu dönem neye evriliyor, ardından ne gelecek bilemiyorum. Arkadaşlarımla konuşurken anlattıklarımı sonradan kendi kendime düşününce gitgide daha karamsar olduğumu fark ediyorum. Bu dönemin bende bıraktığı en önemli intiba bu!
Ve gitgide hızlandığını düşünüyorum gidişatımızın… Değişimin hızı artıyor..
Bir cismin kütlesi onun eylemsizliğinin ölçüsüdür. Eylemsizlik atalet demek. Yani değişime gösterilen direnç. Bu noktada bu kötü çağrışımlar yapıyor. Ama aslında iyi bir şey de olabilir. Bir sistemin kararlı olmasını sağlayan şey onun eylemsizliğidir, değişimlere gösterdiği dirençtir, onun alçak geçiren filtre karakteridir. Yani ani değişimlere karşı gösterdiği direncidir.
Türkiye, utanç verici bir biçimde, kütlesi çok düşük bir cisimmiş. Hasbel kader, ne değişimler yaşıyoruz. Direnç göstermeksizin. Bir kütlemiz yok. Hiçbir özgünlüğü olmayan küçük kuvvetler hızımızda ve yönümüzde büyük değişimler yapabiliyor. Bu bizi öngörülemez rotalara sokuyor.
İktidarın bir şekilde birinin eline geçmesi her zaman olabilecek bir şey, en saçma şeyler, en çağdışı ideolojiler, en saplantılı fikirler bile demokrasi ve çoğulculuk adına hoş görülmeli.
Öte yandan, iktidarın istediğini istediği şekilde yapmasına hiç itiraz edilmemesi, o iktidarı sınırlayacak, sorgulayacak, gerektiğinde yaptıklarının hesabını soracak bir gücün yokluğu olamayacak bir şey, kabul edilemez bir hata!
“Dur demek” diye bir klişeden söz etmiyorum. Dayak yemekten korkan haylaz bir çocuk gelmesin hemen aklınıza. Odada biri var diye osurmamak gibi daha temel bir otokontrolü kastediyorum. Biz odadayken osuran bir iktidar var. Bunun şaşkınlığını yaşıyoruz. Bu gidişat nereye sorusunun hiç olmadığı kadar anlamlı olması bu yüzden işte. Bunca insanın ne oluyor demesi bir rezil olma hissi bile yaşatmıyor bu adamlara.
İnterneti kesmek, iletişim kanallarını engellemek, gazetecileri ve politikacıları hapse atmak, kanunsuz işler yapmak.. Bunlara dur demek bir yana.. Bunları yaparken biz ne düşünürüz diye tereddüt bile etmedikleri noktaya nasıl geldik? Bunların hepsi, ülkede insanlara inandırıcı gelen bir muhalefet olmadığı için mi oldu? İnsanlar gerçekten terörist paralel devletçi hainlerin ülkeyi yok edeceklerine mi inandılar? Yoksa gerçekten bu yöntemlerle ve yüzümüzü bu tarafa dönmüşken büyük bir ülke olacağımıza inanan birileri mi var? Bu olanları aklım almıyor. Bu işte bir mantıksızlık var. Hemen meşrebinizce bir komplo teorisi ortaya atmayın. Zor yoldan gidin: Düşünün arkadaş… Biz bu noktaya nasıl geldik.. Ve devam edin: Bu memleket nereye gidiyor?