Bir proje henüz fikir aşamasındayken ya da kağıt üstünde tasarımına başlanmışken yatırımcıların sesleri çok çıkar. Bunun doğal bir sebebi vardır: Bir tasarımcının detaylar içinde önü kesilmiş görüşüne karşılık yatırımcılar geniş ufukları ve vizyonlarıyla en öndedirler. Zaten iş hayatında mühendisler atılım yapacak yöneticilere ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramazlar. O yüzden karar aşamasında mühendislere çok fazla söz verilmemelidir.
Sonra süreç ilerler.. Gerçekler oyuna dahil olur. Artık kanıt göstererek yukarıdaki önermeyi kısaca “cahil cesareti” diye özetleyebilir duruma geliriz. Bir şeyin ne olduğu, nasıl gerçekleştirileceği ya da nasıl çalıştığı hakkında az bilgin varsa genelde daha cüretkar olursun hatası, projemiz örneğinde de belirginleşmeye başlar: Önü alınamaz cahil cesaretinin zorlaması ile dayatılmış yanlış kararlar sonucunda iş çıkmaza girmeye başlar, gereksiz maliyetler çıkar, zaman kaybedilir..
Veee yatırımcılara birden gerçekliğin sihirli değneği değer:
Elemanlar birden bire “süreç”le değil “sonuç”la ilgilenen, bir işin sonucuna bakarak başarıyı ölçen rasyonel adamlara dönüşüverirler.
Sizin bir süre önce söylediğiniz şeyleri daha başka (genelde daha ipe sapa gelmez, konar geçer cümlelerle) anlatmaya çalışırlar. Sizin için bu sadece bir zaman farkı meselesiyken onlar için genellikle bir kişilik savaşıdır. “Onlar” keşfettiklerinde bir şey gerçek olur.
Keşfettikleri sorunlarla baş edecek donanımları olmadığı için süreçle değil sonuçla ilgilenen ermiş moduna geçerler ve tüm o yanlış tercihler, zorlama özellikler, gereksiz kısıtlamalar birdenbire tasarımcının sorunu oluverir.
Yatırımcılar “büyük resme” odaklanmış yüksekten uçan insanlardır. Ama bir şeyin başarılı olması ya da olamaması yukarıdan gözükmeyecek kadar ince detaylara gizlenmiş bir sürü sebebe dayanır. Çünkü yukarından uçarken bir şehrin manzarasının tadını çıkarabilseniz de bir evde neler olduğunu anlamak için kapıyı çalıp eve girebilmeniz gerekir.
Hayat büyük resme bakarak göremeyeceğiniz kadar karmaşık bir şeydir. Süreçlerin, ekiplerin, firmaların, hatta ülkelerin ve toplumların başarısı tepeden üç beş istatistiğe bakarak doğru anlaşılmaz. Ama başka bir ülkeye gittiğinizde uçaktan iner inmez şıp diye anlarsınız. Ya da rakip firmaya ziyarete gittiğinizde, anlatması zor olsa da hemen farkına varırsınız. Bir toplumun gelişmişliği, bireylerin birbirlerine saygısı, kurallara riayeti, o toplumun ülkesinin dışarıdaki itibarını ve ordusunun gücünü belirler. Oysa trafikte üzerinize süren maganda ile 2500 yıllık Türk ordusunu kıyaslamak tepeden bakınca ne kadar abestir! Doğaüstü bir varlık değilseniz, tepeden bakmaya değil, içine girip süreçleri anlamaya, somut olayları doğru şekilde kavramsallaştırma kapasitesini kazanmaya çalışmalısınız. Zaten mühendislik problem soyutlama işidir, hep söylerim…
Bu genel kaide bir yana, araştırma-geliştirme denen süreçte sürecin kendisi zaten işin toplamından her zaman daha önemlidir. Benim çalıştırmayı başaramadığım projelerimden öğrendiklerim asla başarılı olup bitirdiğim projelerden daha az değildir. Ve öğrendiklerim, bir sonraki projeyi başarıya ulaştıran en değerli sermayem olmuştur hep. Sen dışarıdan baktın mı bug’larla dolu bir Ethernet controller thread’i görürsün ben ise neler neler…
Bir projeyle uğraşırken öğrendikleriniz ve artan kapasiteniz o işin sonucuna bağlı değildir. Eğer sizi finanse eden biri varsa, işin sonuçlanması onun sorunudur. Tıpkı saçma sapan bir çipe iyi dökümante edilmemiş bir SPI arayüzü üzerinden keşif yapmaya uğraşırken aşmanız gereken bir sürü anlamsız sorunun tamamen sizin sorununuz olması gibi.. Bu ikisi birbirinden ayrılmalıdır. Özellikle genç yaşlarda iseniz, bu ikisi kesinlikle ayrılmalıdır. Sonuca bakan adamlar bugün ve yarın aynı şeylere bakacak, aynı şeyleri bekleyeceklerdir. Ama süreci anlayan, yöneten ve değerlendirebilen biri olursanız siz her gün daha iyiye gideceksiniz.
Bir de şöyle bir şey var: Sizin sonucunuz bir başka sürecin sebebi olabilir. Bu durumda sonuca bakarak yapacağınız o uyduruk değerlendirme kaskat bağlı süreçlerin tamamı için hiçbir şey ifade etmeyecektir. Ama uzmanı olmadığı konularda konuşmaya fena halde alışmış bir “yatırımcı” ya da “yönetici” için sadece yukarıdaki mantığı çözmek bile yıllar sürebilir. Çünkü soyutlama yeteneğinden ve donanımından yoksun oldukları için onlar baktıkları zaman kişileri ve işleri görürler. Böyle durumlarda akıllı yatırımcılar deneyimlerine güvenirler. Ki bu işleri çoğunlukla daha da kötüleştirir.
Yatırımcılar daima orada bir yerde, sizin uğraştığınız işin, çok daha ekonomik ve üstün özelliklere sahip bir gerçeklemesi olduğunu iddia ederler. Günümüz elektronik endüstrisinde “orası” genellikle Çin’de, merdiven altı bir yerdir. Özellikle Türk insanı, ticaret konusunda, genetik olarak yeryüzünde eşine rastlanmayacak doğal bir dehaya sahip olduğu için, birkaç bin dolarlık bütçe ile çin’den bir şeyler ithal edip sonra da yediği kazığı kazık atarak çıkarmaya çalışan bir girişimci sınıfımız türemiştir.
Bu yüzden, hangi sektöre iş yaparsanız yapın, kafanızın üstünde sallanan bir Çin kılıcı olduğunu size hatırlatırlar. Proje maliyeti, sizin ücretiniz, kullanılan malzemeler, sürecin uzunluğu gibi bir konu açıldığında, bu adamların ağızlarına bakarsanız, kendinizi suçlu hissetmeniz kaçınılmazdır. Eğer kendinize, cebi biraz para gören en ucuz mütteahitin bile neden çin malı bir arabaya değil de bir Alman arabasına bindiğini sormakla işe başlarsanız bu düşünceler sizi çok ilginç yerlere götürecektir.
Çevrenizdeki başarı hikayelerinin neredeyse hiçbirinin size en ucuz, en dandik, en az katma değerli işlerle uğraşıp nasıl büyüneceğini, marka olunacağını, rekabet edileceğini, rakiplerden ayrışılacağının cevabını veremediğini göreceksiniz. Size dilinin dahi dönmediği konularda bile akıl vermeye çalışan bir “girişimcinin” niçin her üretim ya da pazarlama sürecinde, işin en düşük katma değerli ve en az ayrışan kısmına talip olduğunu öncelikli olarak anlatmış olmasını beklemelisiniz..
Bir mühendis olarak emeğinizin çer çöpe harcandığını görmek sizi üzer, bu duyguyu bu ülkede sıkça yaşarsınız. Ama üretmek, size ait bir şeyler ortaya çıkarmak, özgürce tasarım yapmak güzeldir. Bağımlılık yapar..
Girişimciler açısından, yalan söylemenin de ciddi anlamda bağımlılık yaptığını gözlemliyorum maalesef. “Piç esnaf” denen prototip bu ülkede sadece çarşı pazarda değil, farklı kılıklarda pek çok yerde dolaşıyor. Görünce hemen anlarsınız. Gücünüzü bir şeyler yapabilme kapasitenizden aldığınız sürece, onlar gibi olma tehlikeniz yoktur, onlarla iş yapıyor olsanız bile..