Tatil yoğunlukları neden olur?

Osmangazi Köprüsü tam da Ramazan Bayramı arifesinde açıldı.
Otoyolun tamamlanmış kısmının Karsak Kavşağı’na kadar devam ettiğini düşünürsek, bizim oralar için tatilci trafiği sorununun artık çözüldüğünü umabilirdik.
Ama hiç de öyle olmadı.
Başarılı bir halkla ilişkiler çalışması olarak ele alabileceğimiz “bayramda bedava köprü” kararı, Yalova’dan bizim köye gelirken, en az 2-3km kala otoyol bağlantı trafiğinde takılmak demek oldu.
Çünkü köprüde günün neredeyse her saati trafik vardı. Bu yazıyı yazdığım saatlerde artık İstanbul’a dönüş denen büyük göç başlamıştı ve otoyolun Bursa tarafında kalıcı bir trafik yoğunluğu oluşmuştu.

Bu tatil/bayram trafiği çilesi denen şeyi köprü ya da yol yapmakla çözemeyeceğimizi en başından beri söylüyorum. Bu söylediğim, köprü ya da yol yapmanın gereksiz olduğu anlamına gelmiyor. Bunlar ulaşımı “ortalamada” kolaylaştıran şeyler elbette ama özelde tatil gidiş dönüşü yoğunluklarında pek bir halta yaramayacaklar. Hatta planlama hatalarına bağlı olarak sorunu daha kötüleştirecekler.

Ben zaten bunun tatil trafiği sorununu çözmeyeceğini iddia ederken, bu soruna bir çözüm de getiremiyorum. Bunun çözümünün trafikle, yolla, altyapıyla falan alakası yok bana göre. Bence mesele insanların neredeyse her şeyi toplu halde, aynı zamanda ve aynı şekilde yapmaya şartlanmış olmaları. Daha doğrusu ülkemizin böyle dizayn edilmiş olması.

İstanbul diye bir şehir var ve memleketteki neredeyse her şey burada toplanmış. Evine perde alacak olsan da bu işin merkezi İstanbul, elektronik komponent arıyor olsan da bu işin merkezi İstanbul, kaliteli kırtasiye malzemesi peşine düşsen de bu işin merkezi İstanbul, toptan t-shirt alacak olsan da bu işin merkezi İstanbul. Her bir haltın merkezi İstanbul. Para İstanbul’da. Herkes İstanbul’da. En alakasız sektörlerin bile merkezi İstanbul’da. Hiçbir vasfı olmayan amele de İstanbul’a çalışmaya gidiyor, kalifiye olacak eleman da üniversite bitirdikten sonra İstanbul’da kalıyor. Adam Tekirdağ’a, Bursa’ya, Gebze’ye fabrika açmış ama ana merkezi İstanbul’da.. Adam sadece ofiste oturularak yapılan bir iş yapıyor ama ofis İstanbul’da bir yakada ev diğer yakada. Bu adam şirket aracıyla her gün köprü geçip işine gidiyor.

Yaşam standardı üzerinde sürekli yukarı doğru bir baskı oluşmuş. Herkes ev almaya, otomobil sahibi olmaya çalışıyor. 3 liralık değer üretmek için 13 liralık harcama yapmak zorunda olduğun ama bu maliyete “para İstanbul’da” diyerek katlandığın ve bunu diğer hemşehrilerine yansıttığın verimsiz bir ekonomik model üzerinde oturan bir “İstanbul”.. Şöyle düşün: Kırsal bir yerde oturuyor olsan, evine giderken çişin geldiğinde çalılığın arkasına geçip işini görebilirsin. Ama İstanbul’da bu iş için para ödüyorsun. Ama senin işemek için para ödemen, arabanı park etmek için bir ton para ödemen, senin yaptığın işi daha değerli kılmıyor ki! Ama daha çok kazanmak zorundasın yaşamak için. Senin üstünden para kazanan diğerleri için de aynı şeyler geçerli. Sonuçta faydasız bir pahalılık oluşuyor.

En komiğime giden durumlardan biri mesela cep telefonları için yazılım yazan şirketlerin İstanbul’da, hem de çok kalabalık semtlerde, LCW’nin deneme kabinlerini andıran özel alanlar sunabilen ofislerde iş tutmaları. Lan, günde 2-3 saati yolda mücadelede geçen, havayı bile 100 kişiyle beraber merkezi bir havalandırmadan soluyan adamdan ne argesi beklersin ki? Adamın ihtiyacı olan tek altyapı PC’sini çalıştıracak kadar elektrik ve belki bir internet bağlantısı iken, bunu, huzur, temel yaşam maliyetleri ve öngörülebilirlik anlamında resmen çılgınlık yaşanan bir kentin göbeğine oturtup o işten ne umarsın ki? Aklıma vitrinde oturan hamur açan ablalar çalıştıran lokantalar geliyor.

Bir de tüm bu tanımsız aşklara rağmen herkesin hâlâ bir “memleketi” var. Kimse de tam asimile olmamış. Bayram ve tatillerde de işte bu “herkes” memleketine gitmek için yollara düşüyor. Yol denen şey “herkes” bir anda hurra diye düzülünce yine de tıkanmayacak şekilde tasarlanmaz ki! İşte burada, mevzumuz çözümsüz oluyor..

İş hayatını düzenlemek söz konusu olunca bizde herkesin gözü devlette. Devletimiz idari gücünü bir kenara bırakın, zaten en büyük işveren olma özelliğiyle de bu alanda doğal bir belirleyici. Ve devletimiz şaşırtıcı olmayan bir biçimde, tatil konusunda oldukça cömert. Bu eğitim alanında daha da belirgin oluyor.

Arapların akıllara ziyan ay takvimi sayesinde belli bir mevsimi olmayan aylar, bu senelerde, dini tatilleri yaz dönemine getirdi. Bunun da toplu tatile çıkmalar üzerinde pekiştirici bir etkisi oluyor.

Her şey bir yana bizde tam anlayamadığım sebeplerle insanlar birbirlerinin aynısı davranışlar sergilemenin bir meziyet olduğunu düşünüyorlar. Aynı zamanlarda aynı yerlere tatile gitmek de buna dahildir sanırım. İstanbul’da hiçbir halta benzemeyen şeyler yapan lokantaların önünde kuyruk olmasına açıklama getirmeye çalışırken bunu düşünmüştüm. Bir kere bir şekilde kalabalık çekmeyi başarıp “meşhurluk” payesini kazandın mı, bok yedirsen kapında kuyruk olacak insanlarla dolu bir memlekette yaşıyoruz. Ya da, 3. sınıf şarküteri malzemeleriyle yapılan şu haşlanmış patatesi yemek için o kadar para veren insanların böyle yapmalarını açıklayacak başka bir teoriniz varsa paylaşabilirsiniz. Buna son örnek otomobil marka ve renk tercihidir. Ayrıntıya girmiyorum.

Bir diğer etken de kesinlikle araba sevdasıdır. Türk insanı pek az şeyi gündüz günü sis farları açık bir hafif ticari araç kadar sevmiştir. Sokakta zombi gibi miskin miskin yürüyen, ayakta uyuyan bir yaya kalabalığı, araba kalabalığına dönüştüğünde her aralığa girmeye çalışan, birbirini geçmek için ölümle dalga geçen adrenalin patlamaları yaşayan bir çılgınlığa dönüşüyor.

20 metre ileride bir tırı park edecek kadar yer varken sırf avm girişine işte o kadar daha yakın olacak diye arabasının iki tekerini çim alan için ayrılmış yükseltiye çıkaran hayvanların araba sevdasından bahsediyoruz. Öküz ve araba arasındaki aşktan söz ediyoruz. Bu ülkede toplu taşımaya değil üzerinden sadece lastikli araçların geçebildiği yollara ve köprülere methiyeler dizildiğini size hatırlatırım. Öyle başa böyle tarak veriyorlar. Padişah tuğralı Dobloların emniyet şeridinden önünüzdeki yola çıkmaya çalışmasını izlerken düşünün bunları. Şirket arabası içinde gömlek-kumaş pantolonla oturmuş, dünyayı kurtarmaya giden, uzun sınıf atlayıcı, satışçı dalyarakların arasında trafikte sıkıştığınızda da düşünün. Bu memleket arabayla bir yerden bir yere gitmeye çalışmak için dizayn edilmiş. Hastanelerin, itfaiyelerin, polis merkezlerinin kuruldukları yerlere bakınca geri zekalının birinin SimCity oynadığını düşünün..

İşte tüm bu etkenler bir araya gelince memleketin ekseri ahalisi tatilde bile toplu halde hareket etmeye devam ediyor. Avşa Adası’nda ekmek tükeniyor, kıtlık çıkıyor. Akçay nüfusu milyon oluyor. Kuşadası’nda küçük çin yaşanıyor. Yöneticilerimiz de köprüler yaptırdım geçmeye çeşmeler yaptırdım içmeye diye size gaz veriyor. En başarılı halkla ilişkiler çalışmalarının bile tatil ve gezmek üzerine olması bizim ne sefil bir tüketim toplumu olduğumuzun resmidir desek bu sulu yazıyı ciddi mi bitirmiş olacağız sanki?

Düşüncelerinizi yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.