İngilizlerin AB üyeliğinden çıkma kararını bizim üyelik sürecimiz üzerinden yorumlayan arkadaşların bir kısmı çok basit bir gerçeği atlayıp yorum yapıyor:
Bizim sorunumuz AB değerleriyle! AB’nin kurumsallığıyla, stratejisiyle ya da “egemenlik paylaşımıyla” ilgili değil. Bizim “yerel” politikacılara AB fonlarını vereceksiniz, onlar da burada bu parayı istedikleri gibi yandaşlarıyla beraber yok edecekler. Hesap zamanı geldiğinde AB bürokrasisinin çok sevdiği raporlar, kağıt üstünde “çakallıklar” bizim kotarabileceğimiz işler.
Elin kıçı kırık Yunanı veya İspanyolu kadar olamayacak mıydık yani?
Egemenlik paylaşımı ya da strateji konularında biz zaten içinde ya da dışında olalım, bir güç odağına angaje olmak zorundayız. Bu ABD olur, AB olur, olabilse inanın Rusya bile olur.. Bu güçlerin dengede olması üzerine kurulu, son derece koşullu ve yerel bir “bağımsızlığımız” var bizim. Bu, uzun bir süredir böyle ve Kurtuluş Savaşı verip, bir Cumhuriyet ilan etmemizle değişecek bir şey de değildi. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki kanda, plazmada ya da lökositte değil. Para verip almak zorunda olduğumuz silahlarda, ilaçlarda, ekipmanlarda, enerjide… Daha açık nasıl anlatabilirim bilemiyorum.
Hal böyleyken, bize coğrafi olarak en yakın “güç” odağına karşılıklı koşullu biçimde angaje olmamız sonuçta bizim çıkarımıza. Kafası estiğinde evimize gelip bizimle takılan hovardayla “nişanlanmamız” gibi falan düşünün bunu. Temelde fonksiyonumuz değişmeyecek olsa da karşı tarafın bizimle ilgili yükümlülükleri artmış oluyor.
İngilizlerinki, evlendikten sonra aradıklarını bulamadıkları, bekarlık dönemlerinde yaşadıklarını özlemeye devam ettikleri bir ilişkiyi sorgulamak gibi. Bu, bizim çabamızdan çok farklı bir şey. Bir kere bu özünde, basit maddi çıkarlara dayanmayan bir rahatsızlık. AB’den ayrılmak biraz aptalca gözükse bile, anlaşılabilir bir kibirden kaynaklanıyor. Bizim bir gün al beni nikahına deyip mendil sallamamız, ertesi gün ben de falancaya varırım diye feryat etmemiz gibi pazara çıkmış bir gurur değil. Ve tekrar söylüyorum: Biz imkanını bulsak, kapağı bir atsak, (yani hıyarı bir kafeslesek) o “bön” Avrupa bürokrasisini nasıl kazıklayacağız, o fonlarla kendimize nasıl sahte bir refah yaratacağız belli değil.. Yani, hacıyı yatırıp kiminle ne iş bitireceğimiz belli değil. Bizim derdimiz fikirlerle ya da prensiplerle değil.
Adamların “ayrılalım” diyen tarafının önemli argümanlarından birinin bizim üyelik ihtimalimiz olduğunu göz önüne alınca, bizim birliğe şöyle bir etkimiz olduğunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin vize serbestisi bölgesine kabulü ihtimali bile, AB’nin büyük bir üyesinin birlikten çıkmasında belirleyici olabiliyor. Benim burada kendi ülkesini, insanını böyle eleştiren bir papaz(*) olmama aldanmayın. Sevin kendinizi. Parkta takılan yaşıtlarının yanına yaklaşır gibi olduğunda grubun dağılmasına neden olan sorunlu bir ergen gibi… Sevin kendinizi.. Normale dönmenin tek yolu bu… 🙂
(*) İnsanların şimdiki gibi trol sürüleri şeklinde küfürleşmedikleri, birbirlerini dinledikleri dönemde bana fikirlerimden dolayı papaz dendiği olmuştu. Severim bu lakabı..