Adamın ana haber bülteni sunucusu olarak çalıştığı kanal, İstanbul’da vuku bulmuş, dünyanın tüm basın yayın kuruluşlarının “flaş haber” diye verdiği bir terör saldırısının olduğu gün, tencere-tava-kozmetik reklamı arası “yerli dizi” yayını yapıyor.
Hala var mı bilmiyorum, bir “halay” kanalı vardı ya, onların biraz daha mainstream’e kaymış olanı bu kanal…
Arada iskelede denk geliyorum. Geri zekalı işi “haber bülteni” parodisine. Bağıra bağıra konuşan bir dış ses, elinde mikrofon, hesapta muhabirlik yapan bir zavallı. Zaytung’un bile artık dalga geçmeyi bıraktığı ucuz haber dili klişeleri…
Bunların tepesinde de bu Portakal sunucu var.
Dikkatimi hiç çekmedi ama bu arkadaş “muhalif” imiş. Eleştirel üslubu sertmiş. Falan filan. Bizi ilgilendiren bir durum değil elbette. Hayatında deniz görmemiş kekoların Van Gölü’ne deniz demesi gibi bir durum bu adamın “muhalif” olması sanırım. Adam da yolunu bulmuş bu şekilde işte.. İşi ilginçleştiren, bir ara yandaş tayfanın buna karşı toplu saldırıya geçmesi oldu.
Evde oturan safdil kadınlara yönelik programlar ve diziler yayınlayıp mis gibi geçinen bir kanala uyan bir “anchorman” niçin gündelik siyasi tartışmalarda tuttuğu (varsayılan) taraf yüzünden kavgaya karışır ki?
Adamın kendisi yüzünden değil, elbette…
Ünlü komedyen “Beyaz” diye de bir adam var. Bir ara türkü falan söylemişti bu. TV’de talk Show yapıyormuş. Geçen bunun programına bir kadın bağlanıp Güneydoğu’daki şehir terörü hakkında ileri geri konuşmuş ve teröristlere laf söylemeden devleti eleştirmiş. Çocuklar ölmesin demiş. Beyaz da bir şey demeden kadının konuşmasını dinlemiş.
Yandaş tayfa bu kez de Beyaz’a saldırdı. İşin komiği, ben de polis çocuğuyum diye TV’ye çıkıp günah çıkaran ünlü komedyen aslında gerçekten o kadının “propoganda” yapmasına göz falan da yummadı bence.
Bu bildiğin saflık.. Ne diyeceğini bilememek. Beyaz biraz gündeme dair bilgi sahibi, uyanık, gecenin o saatinde tamamen ayık, hazır cevap bir adam olsa, o konuşmacının ona verdiği mükemmel pası, devlet millet vatan bayrak geyiği yaparak gole çevirir, ertesi sabah ona hakaret edecek olan adamların sonsuz övgülerini ve takdirini kazanırdı.
Adam bildiğin silikliğinin, hızlı düşünememenin (hatta yavaş bile düşünememenin), çapsızlığının kurbanı olmuş. Senin bu konularda görüşün ne diye sorsalar güzellik yarışmasına katılmış kız ayarında cevap verebilecek biri, canlı yayında spontane gelişen böyle bir olaya tepki verememiş. Yoksa Show dünyasının içinden gelen, yaşı da çok küçük olmayan biri olarak, eleman bilmez miydi sizce ertesi gün hır çıkaracak tayfaya gaz vermesini?
Adam bulmuş misler gibi memleketi, açmış dükkanı, ekmeğini yiyor. Arada böyle kazalar olabilir. Ama bu tür adamlar için etliye-sütlüye karışmamak bir tercih değil bir zorunluluk. Bu adamın düştüğü komik durum, canlı yayında küfür eden bir katılımcı karşısında düştüğü durumdan farklı değil. İşin asıl vahim tarafı bunu ciddiye alıp, bu adamdan bile “yandaşlık” bekleyecek kadar düşmüş olan iktidar kanadında…
Haberciler, yorumcular, basın yayında gözüken, sesi çok çıkan denyolar sürüsü… Onlara bir bakın…
Haber dediğiniz şey her şeye dair olabilir. Bir gazetecinin, ya da basın yayında yorum yapan birinin, her şeyden önce iyi bir temel eğitimi ve çok güçlü bir genel kültürü olması gerekir. Size haber iletmesini beklediğiniz kişi herhangi biri değildir. Pek çok şey hakkında ilk yorumu yapacak düzeyde bilgi sahibi olması zorunludur. Bunu yapamıyorsa, lisede öğretilen düzeyde temel bilgilerden habersizse, daha doğru düzgün cümle kurmasını beceremiyorsa, bu adam nereye bakacağını bile bilemiyor demektir. Yorum yapmayı bırakın, duyduklarını, gördüklerini aktarmayı bile beceremeyecek demektir. Bu durumda bu adam işlevsizdir.
Bizdeki çoğu gazeteci, yazar-çizer, maalesef bu sınıfa girer. Bu haldeyken ekmeklerini kazanabilmeleri için, ülkemizin feci şekilde kutuplaşmış siyasi ortamında kendilerine bir saf seçip, o görüşün savunucusu olmaları gerekir. Yani, bir kampın neferi olmak çoğu örnekte bir gazeteci için tercih değil, zorunluluktur. İnsanların gazete-haber okumaktan anladığı da bir nevi duymak istediklerini duyma seansı olduğu için bu sistem çalışır.
Ha, çoğu zaman kendi memleketinizde olan bir olayı bile yabancı kaynaklardan öğrenirsiniz. 910km sınırınız olan bir ülkedeki iç savaşa dair tüm ayrıntılar, haritalar, saha çalışmaları, yabancı, hatta şu günlerde düşman olduğumuz ülkelerin ajanslarından yapılan alıntılarla öğrenilir. Bizimkilere düşen, kendi kamplarındaki müritlerine amigoluk yaptırmaktır.
İktidarın yalakası olup hayatını kurtaranlar ile ona muhalif olmayı seçip o tarafın müşterisine hitap edenler arasında bir nitelik farkı yoktur. Eleştiriyi aşağılanma sayan “muhafazakar” iktidar, çoğu zaman kendisine muhalif kesimden birilerini sıkıştırmaya çalışıyor. Bu durum, ciddiye alınıp sıkıştırılan kişi için rolünü konsolide etme fırsatıdır. Bu şekilde yazdıklarının/söylediklerinin nominal olarak hiçbir değeri olmayan basit tipler birer kahramana dönüşürler. Müritler, mağdur olan gazeteci üzerinden karşı tarafa bir savaş açmışlarken, mağduriyet yaşayan arkadaş da çok değerli görüşlerine tahammül edilemediği için susturulmaya çalışılan bir “gazeteci” aslan parçası oluverir. İşin kötüsü, bugünlerde bunu sık sık yapan iktidar, bu şekilde, doğru dürüst tek bir fikri savunmayı becerememiş sefil tipleri aydın camiamıza birer kahraman olarak kazandırmıştır.
İktidarın, yerli diziler ve kadın programları yayınlayan boktan bir kanaldaki ucuz bir adamın ağzında gevelediği birkaç saçma sapan lafı bile ciddiye alıp kendi adamları üzerinden ona saldırması aslında bir diğer yandan onun çaresizliğini de gösteriyor: Demek ki arkadaş sana gönüllü taraftar olmuş bir dünya “gazeteci”, “aydın” ve hatta troller varken bile hala bu bir iki buçuk adamın lafından işkillenebiliyorsun.
Sen ki, en azından düne kadar Osmanlıcılık oynayan, milli duruş diyen, dünya çapında hayalleri olan bir dava idin. Fikir (ya da ona benzer bir şey) beyan etmesinden rahatsız olduğun adamların seviyesi, kurduğun hayallerle çelişiyor.
Bu memlekette sesi en az çıkan sen değilsin. Senin saymakla bitmeyen bir taraftar kitlen, kendi medyan, kendi aydınların falan yok mu?
Demek ki ihale, kamu reklamı, göze girme vs. üzerinden kurulu bir taraftar edinme süreci ile sana gelen adamların performansı sana güven vermiyor. Bunların çoğunun gerçek taraftarın olmadığını, yarın arpaları kesilirse gideceklerini, ya da bu ucuz tiplerin taraftarlıklarının, kutsal davanı falan boş ver, varlığını korumada sana o kadar da katkı yapmadığının farkındasın.
Demek ki, rant dağıtarak kurulan camia pek nitelikli bir şey olmuyor. İnsanları ikna etmek, yola çıkarken gerçekten bir fikre, bir ideale sahip olmak, ve yolda yürürken de onunla çelişmemek gerekiyor.
15 senede kendi imparatorluğunu kurmuşsun. İstediğin haberi yaptırıyorsun, istemediğin “gazeteci” yi susturuyorsun ama hâlâ uğraştığın adamlar Beyaz ve Portakal seviyesindeyse bence bırak bu işleri.
Yazıya ekleme:
Binden çok akademisyen bir bildiri imzalamış. PKK-Devlet çatışmasına tarafsız yaklaşmanın bile pratikte PKK tarafında olmak olduğuna inanıyorum. Bence üslup ve ana fikir olarak yanlış, bir yandan da gereksiz bir eylem olmuş. Hükumet kanadı bunlara top yekun savaş açınca ne oldu peki arkadaşlar?? Bu, yazım standardı açısından bile bir halta benzemeyen bildiri sayesinde bizim akademisyenler nasıl da “kahraman” oldular, gördünüz mü? Portakal, Beyaz falan derken anlatmaya çalıştığım şey 1100 küsur “bilim insanı” üzerinden doğrulandı.