Devlet A.Ş.

İnsanların politikayı bir zengin olma ve statüye erişme aracı olarak görmeleri bizimkisi gibi bir ülke için sıradan bir durum. Bu, en başından beri böyle olageldi. Ta Osmanlı’dan beri; bir şey yaparak değil, memuriyete girerek, daha sonraları politikaya girerek yükselebilirdiniz. Başka ne yapacaktınız ki? Sünnetçi vitrine başka bir şey koyamazdı ki. Eğer zaten zengin bir aileden gelmiyorsanız (ki bizde zengin aileler de aslında ekonomiden çok politikayla ilgilidir) statüye erişmenin en kesin yolu politikadan geçiyor. O yüzden politika gerçek hayattan, gerçek mesleklerden kopuk, mantıksız, deli bir kariyer bizde..

Devlet bizdeki en büyük şirket. Ve sıradan şirketler için asla geçerli olamayacak irrasyonel kurallarla yönetiliyor. O yüzden devlet denen şirkette yönetici olmak, ya da o yöneticilerle yakınlık kurmak sihirli bir şey. Bu, sizi bir anda zengin edebilir.
Ancak, bu kadar çok kişinin zenginliğiyle ilişkili olan bu devlet denen şirket aslında tuhaf bir biçimde, hiçbir şey üretmiyor.
Dış satım yaparak döviz kazanmıyor. Yaptığı faaliyetler, geçerli bir döviz cinsinden ülke dışında herhangi bir müşterisi olacak şeyler değiller…
Ülkedeki neredeyse herkes için geçim kapısı; hatta birileri için servet kapısı ama…
Devlet katma değer üretmiyor, aksine, üretilen katma değerin gidip, dolaşıp yok olduğu yer.. Üstelik bu organizasyon, para basma yetkisine sahip (zaten bu yüzden TL bir döviz birimi olamıyor).

Devlet, üretim yapmıyor. Daha kötüsü, yapılan üretimlerden vergi adı altında alakasız bir para alarak üretimin maliyetini artırıyor. Yaptığınız şeyi satmanızı zorlaştırıyor. Dünyayla rekabet etmenizi zorlaştırıyor. Hem parasal hem de bürokratik engeller çıkarıyor. Yapılan işe çomak sokuyor. Aslında yeryüzündeki tüm devletler az ya da çok bunu yapıyorlar. Bu bir iş bölümü. Sizden alınan para size kamu hizmeti olarak döndüğü sürece sorun yok. Ama bizim ülkemizde devlet şirketinin sizden aldığı para daha sonra size ucuz enerji, kolay ulaşım olanakları, iyi eğitim almış çalışanlar, kaliteli bürokrasi olarak geri dönmüyor. Gidiyor ve yok oluyor.. O yüzden küçük esnafından medya patronuna herkes vermeden almanın bir yolunu bulmuş bu ülkede. Yıllar önce benzin niye pahalı diye sorgularken işin gidip doğrudan vergi / dolaylı vergi oranına dayandığını keşfetmiştim. Onun sebebi bu işte…

Devlet aslında büyük kamu yatırımlarının yatırımcısı falan da değil. Mesela bizim burada yapılan o büyük köprüyü aslında o yapmıyor. Devlet bu toprak bu deniz benim diyerek oraya bir köprü yapılmasını buyuruyor, birilerine yapmaları karşılığında orayı belli bir süre işletme hakkı veriyor. Bunun için büyük miktarda kaynak gerekince borca garantör oluyor, finans sahiplerine ben buradaki insanların geleceklerinin de sahibiyim, bana borç verin, zarar etmezsiniz diyor..

Devletin hizmet sektöründe bazı faaliyetleri var. Bunların başlıcaları eğitim, sağlık, kamu güvenliği ve adalet… Bir şirket gözüyle bakarsak, personel sayısı, bütçesi ve istisnai ayrıcalıklarına rağmen verdiği hizmetin kalitesi tartışmaya son derece açık. Zaten devlet demek “yüksek maliyet” demek. Sizin şirketin 20 adet için tanesine 39 lira vereceği iş elbisesini, tanesi 119 TL’den 2500 adet alan kuruluşa devlet deniyor.

Sadece üst yöneticileri tartışmak yanlış olur. Devlet alt kademe çalışanlarının seçimi de ayrı bir tuhaflık. Bir kere, devlet aslında çalışacağı kişileri seçmiyor. Bu, isteyen ve kağıt üzerinde buna haiz herkes için bir “hak”. Yani bu ülkede doğmuş herkesin devlet şirketinde çalışıp kendi çapında işleri berbat etme hakkı var. Devlet, şimdilerde adı büyük skandallarla anılan merkezi sınavlarla işe adam alıyor. Alınan bir adam kolayından işten de çıkarılamıyor. Oysa “normal” şirketlerin istedikleri insanı seçme özgürlükleri var ve istedikleri zaman da o insanla çalışmaktan vaz geçme hakları var.

Zaman zaman benim de paylaştığım bazı sıralamalar yayınlanıyor. Onlara baktığınızda devlet denen şirketin başka devlet denen şirketlerle bir mukayesesini görüyorsunuz. Daha çok kaynak harcayan ama dünyadaki rakiplerine göre çok çok daha az başarılı olan bir şirketin hissedarı olduğunuzu anlıyorsunuz. Böyle bir durumdan rahatsızlık duyuyorsanız iki seçeneğiniz var: Ya şirketi bırakıp başka bir şirkete geçeceksiniz ya da bunda yanlışlık var diyerek bunu tartışacak, çözüm arayacaksınız.

İşte bu noktada, bu tuhaf şirketin yüzyıllardır böyle anlamsız bir biçimde ayakta kalmasını sağlayan nedenlerden biri karşınıza dikiliyor: Milliyetçilik. Bu şirketi sırf bu şirket olduğu için, bayrağı bu renk olduğu için eleştirmememiz, başka şirketlerle kıyaslamamamız gerektiği söyleniyor. Sev ya da terk et deniyor.
Oysa bu şirketin beceriksiz olması en çok onu sevenleri küçük düşürüyor.
Türkiye ile Finlandiya’yı kıyaslamak Coca Cola ile Pepsi’yi kıyaslamak kadar doğal bir şey olmalı oysa ki.

Politika adına koparılan bunca fırtına özünde, devlet şirketinin kimlerden alıp kimlere vereceğinin kavgasından ibaret. Böyle bolluk dağıtan bir şirketin kavgası da kalabalık ve pis oluyor. Herkes bu kolayca erişilen statüyü hak ettiğini düşünüyor haklı olarak. Kavga da büyük oluyor. Normal bir şirketin idarecileri sokaktaki adama göre daha kalifiye, donanımlı, yetenekli olmalı. Oysa devlet denen şirketin kavgasında toplumun en niteliksiz, özelleşmemiş, bir şey üretme kapasitesi olmayan kesimi kavgaya koşuyor. Sokaktaki adam çoğu zaman devlet kavgasına iğrenerek bakıyor. Devlet şirketinin tepesindekilerin bazen normal şirketlerin idaresine imrenmeleri boşuna değil yani..

Düşüncelerinizi yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.