Burada yazı yazmaktaki amacım gerçeği tüm yönleriyle göstermek ve olması gereken kesin doğrunun bir tanımını yapmak değil. Benim bunu yapabilecek bir donanımım yok. Böyle bir sorumluluğum ya da iddiam da yok.
Ben, çevremde gözlemlediğim olayları iyi bildiğim şeyler üzerinden yorumluyorum. Bütünü (eğer öyle bir şey de varsa tabi) kendi iyi bildiğimiz kısımlarını anlamaya çalışarak ele almalıyız. Buradan her şeyi kapsayan bir genellemeye gidebiliriz demiyorum. Ama başarılı toplumlar bence herkesin kendi uzmanlık alanını adam akıllı halledip başkalarıyla verimli bir fikir alışverişine girebildiği zaman mümkün oluyor diye de düşünüyorum.
Sizi bilmediğiniz bir ülkenin bilmediğiniz bir kentine götürmüş olsalar, orada sokakların çok düzenli ve tertemiz olduğunu görseniz, hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bu yerde bunun nasıl mümkün olabildiğini düşünürdünüz? İnsanların el ele verip şarkılar söyleyerek sokakları temizlediğini mi hayal edersiniz, çok zengin bir belediyenin çok kalabalık bir temizlikçi ordusu ile bu işi yaptığını mı düşünürsünüz yoksa herkesin kendi kapısının önünü temizlediği ve dışarıda gezerken ortak alanları da kendi eviymiş gibi temiz tuttuğu bir şeyi mi hayal edersiniz? Hangi olasılık sizce daha gerçekçidir?
Ya da kafada canlanması daha kolay olan aksi durumu düşünelim: Ortalık pislikten geçilmiyor. İnsanlarda garip bir “ben yanmışım herkes yansın” havası var. Bunun sebebi insanların birbirleriyle ortak iş yapamaması veya belediyenin görevini yerine getirmemesi mi olacak size göre? Ya da herkesin her şeyi bildiği ama üstüne düşen en basit yükümlülükleri bile yerine getirmediği, kültüründe bir ahlaksızlık olan bir toplumla mı karşı karşıya olduğunuzu düşünürsünüz?
Aksi durum üzerinden devam edeceğim. Bence aksi durum, bir manyaklığın birbiriyle mantık bağı olmayan iki yönü değil: Her şey hakkında atıp tutan ama hiçbir şeyle ilgili sorumluluğu olmasını istemeyen insanların bu ikili davranışı aynı sebepten kaynaklanıyor. Bir işi iyi bilmek, o işi hakkıyla yapmak ve sorumluluklarını yerine tam getirmek bir insanın dünyayı değiştirmesinin en etkili yoludur. Herkesin evinin önünü temiz tutması ve bununla beraber, evinden birkaç m. uzağı “birilerinin” temizlemesi gereken bir çöplük olarak görmemesi o şehrin tertemiz olmasının en garanti yoludur. Böyle bir yerde bir belediye çöpleri toplarken işi savsaklamaktan “korkacaktır”.
Bunun dışında herkesin her şey hakkında konuşması bence tam bir saçmalık. Bu saçmalık dediğim şey, bizim memleket meseleleri ya da gündelik sorunlar hakkında konuşma şeklimizin bir tanımı olmuş durumda. Şimdi internet üzerinden bunu sıradan insan da yapabiliyor. Gazeteci veya aydın dediğimiz adamlarsa bunu yıllardır zaten profesyonel olarak yapıyorlar. Onların kaygısı, hiçbir şey hakkında tam ve uygulanabilir bir bilgiye sahip olmamalarını her şey hakkında ahkam kesmek yöntemiyle gizlemeye çalışmaları.
Bu, o insanları ya da onları izleyenleri küçümseyip geçebileceğimiz basit bir mesele değil maalesef. Bu, gelişmiş toplumlarla bizim aramızda kültürel bir fark da yaratıyor. İlla başlangıcını bulmak isterseniz bunu Osmanlı aydınlanmacılığında arayabilirsiniz. Biz problemlerin kökeninde yönetimsel hataların olduğuna inanıyoruz. Sanki biri çıkıp gelse, başa geçse, her şey bir anda düzelecek. Yani harika bir arabayız ama şoförümüz kötü.
Kavramsallaştırma kapasitesi bizimkisi gibi olan kollektif bir zihnin bu çözüme itibar edeceğini düşünmek hiç şaşırtıcı olmaz. Enflasyon canavarını ve trafik canavarını düşünün. Bunlar, kuyruklu, pullu mistik canlılar. Ve ne hükumetin para politikaları ne de insanların trafikteki aptalca davranışları hakkında düşünmeden sorunu görmenizi sağlıyorlar: Sorun bu canavarlar!!
Eğer bir genelleme yapmak zorunda olsaydım, ki itiraf etmem gerekir ki bunun böyle şeylere kafa yorarken işe yarayacak bir yöntem olduğunu pek sanmıyorum, gönül rahatlığıyla yapacağım genelleme, bizim memlekette, insanların yolunda gitmediğini düşündükleri işlerin sebebi olarak koydukları yanlış teşhis üzerine olurdu. Biz meselelerin kaynağını yönetim hatalarında, bozukluklarında ya da kötü niyetinde arıyoruz. Oysa yüz yüze olduğumuz meselelerin çoğu değer yargılarımızın kendisinden kaynaklanıyor.
Her sorunun kökeninde “yönetimsel” hatalar aramak ise o sorun hakkında çok fikir sahibi olmayan insanların kaçınılmaz olarak varabileceği tek güvenilir sonuç. Bizim için işin politik, ahlaki yönleri ve “teknik” yönleri birbirinden ayrılmıştır. Sonuncusu genelde pek ilgi çekmez. Zaten ondan pek anlayan da yoktur. Bu, gelişmiş toplumlarla aramızdaki büyük bir farktır. Çünkü orada yolunda gitmeyen bir şeyi üretenler de eninde sonunda o toplumun içindedirler. Bizde ise herkes o şeylerin satıcısı, onları kullanacak olanların yöneticisi veya amiridir. O şeyler burada yapılmamışlardır. Hatta onların kullanımıyla ilgili yöntemler bile batıdan alınmıştır. O yüzden bizde yöneticileri konuşmaktan başka yapılacak bir şey yoktur.
Bir organizasyonun yönetiminin o organizasyonun kaderi üzerinde belirleyici bir etkisi olmadığını iddia edip, Türkiye’nin yönetilememe sorununu küçümsediğimi sanmayın. Bana şimdi bu ülke iyi yönetiliyor mu diye sorsanız, ama mesele bu değil demem, lafı uzatmadan, hayır, iyi yönetilemiyor derim. Ama hemen ardından size bunun bir sebep değil sadece sonuçlardan birisi olduğunu anlatmaya başlarım. Belki de, sebebi bulmadan sorunu gerçekten çözemeyeceğine inanan klasik kafada biri olmam yüzünden böyle düşünüyorum. Ama kendi hayatımdaki sorunlara yaklaşımım bu şekilde. Ve sorunu çözmek için nedenini anlama pratiği bende kesinlikle işe yarıyor.