Geçenlerde, Rahmi Koç Sanayi Müzesi’nde robotlar arası bir futbol müsabakası yapılmış.
Emre Aköz, bu etkinlikten söz etmeye “eğer kendimi tutmasam göz yaşlarım yanaklarıma doğru süzülecekti” diye başlamış.
Çünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin robot takımı Bremen Üniversitesi’nin takımına 7-0 ve 7-0 ‘lık skorlarla iki kez mağlup olmuş.
Mühendislik Fakültesi ve aynı zamanda Yapay Zeka Lab. Başkanı Prof. Levent Akın, “Onların robotları bizimkilerden daha hızlı” demiş.
Aslında tüm takımlar aynı mekanik robotu kullanıyor ama üzerine kendi yazılımlarını yazıyormuş. Ama Almanların yazılımı bizimkinden çok daha hızlı (tepkisel demek istiyorlar sanırım, responsiveness ‘i karşılayan kelime her ne ise artık) olduğu için ortaya bu hazin tablo çıkmış.
Yazılımların bu kadar farklı olmasının sebebi ne peki? Akademik dünyada insanlar birbirlerinin yaptıklarından “ilham” alıp o çok yaratıcı fikirleri birkaç senelik projelerle sürüncemede bırakıp ekmeklerini çıkarmayı bilemiyorlar mı?
Bizden çok daha iyisini biliyorlar, elbette ki..
Sorun şu ki, Bremen Üniversitesi ekibi 40 kişilik bir ekipmiş ve çalışmalar bayrak yarışı şeklinde devralınıp aktarılıyormuş. Bizde ise işlerle uğraşan 4 öğrenci varmış.
Kendisi de B.Ü. mezunu olan Aköz tepki göstermiş:
Nasıl yani, koskoca Boğaziçi’nin EE mühendisliği bölümünde bu işlerle uğraşacak 4 kişi mi çıkıyor?
Başta bir çok öğrenci geliyormuş. Ama (yüz) binlerce satır kod yazmak gibi bir meşakkat olduğunu gördüklerinde elemanlar hemen kaçıyorlarmış. Herkesin aklı akıllı telefonlara uygulama yazmaktaymış.
Aha, ben bundan söz eden bir yazı yazmayı planlıyordum ne zamandır diye düşündüm işte tam bu anda.
Gençlerin, gerçek dünyaya ait bir programlama problemine böyle tepki verdiklerini birden çok kez gözlerimle görmüştüm çünkü. Gelmekte olan kuşağın sorunu bu: Bir yerlerden bir şeyler uydurup çözümler üretmeye, kısa yollara, bir şeyi hemen bir yere koyup çözüme gitmeye alışmışlar. Yani, test çözmeye odaklanmışlar. Bizim meslekteki yazılım problemleri ise böyle bir kısa süreli odaklanmayla yürümez. Sistematik olmayı, bütünün küçük bir parçasıyla uzun süre uğraşabilmeyi ve çok iyi dökümantasyon üretebilmeyi/kullanabilmeyi gerektirir.
Biz Türklerin salak bir millet olduğunu söyleyip hem kolay yoldan bir gerçeği açık etmenin hem de marjinallik yapmanın rahatlığını yaşayıp yazıyı bitirmeyeceğim. Biraz daha detay vereceğim: Biz doğru dürüst konuşup yazmayı beceremiyoruz. O yüzden büyük projeleri iş bölümlü olarak yürütmemiz çok zor. Bu, üniversite bünyesinde bile zor anlaşılan. Endüstride ise hemen hemen imkansız gibi bir şey. Hiçbir şey bilmiyorsanız forum sitelerine bakın. Aynı konunun yabancı bir sitede ele alınışı ile (eğer varsa) Türkçe yazılan bir forumdaki tartışılma şeklini mukayese edin. Adam doğru söylüyor diyecek, hiç itiraz etmeyeceksiniz bana.
Buna bir de program geliştirmenin doğal zorluklarını eklemeniz gerekir. Program yazmak, istenen işleri yaptırmak için, kuralları çok kesin belirlenmiş bir söz dizimi ile bir makineye ne yapacağının talimatlarını yazmaktır. Bırakın böylesi kesin kuralları olan bir şeyi yazmayı, programlama dillerine göre çok daha esnek kuralları olan bir söz dizimi kullanarak bile anlaşılır şeyleri yazamayan bir sürü insanla dolu etrafımız.
4-5 tanesi bir araya geldiğinde saçma sapan şeylere takılıp kalan, birey olmanın tekilliğini karşılayamadan toplum içine çıkmış insanlarla dolu ülkemiz. (Trafikle ilgili o kadar şey yazıyorum, bunların her biri bu önermenin ispatıdır) Şimdi buna sıcak kanlıyız, Akdenizliyiz diye anlamazlığa yatıp bahane ürettiğimiz laubaliliğimiz ve disiplinsizliğimizi ekleyin. Üstüne, test çözerek kademe atlatan, tüm amacı çocuklara testlerde doğru şıkları işaretlemek için taktik vermekten ibaret olan, gerçek dünyanın çalışma şeklinden habersiz eğitim sistemimizi ekleyin. Ve mühendislik öğrencilerinin önüne başarı örneği olarak satış temsilcisi, orta kademe yönetici, ihale takipçisi, plaza böceği tiplerden başka pek bir örnek konmadığı gerçeğini ekleyin. Zaten talep etmediğiniz bir şeyi yapmayı beceremedikleri için de kızın bu gençlere…
Önemli bir firmanın, oldukça çok iş yapan bir departmanının bir mühendisi bana bizzat kendisi “ben işlerimi copy-paste ile yürütüyorum, bunları öğrenmeye vaktim yok ki” demişti.
Hiçbirimizin bir şeylerin nasıl yapılacağını öğrenmeye vakti yok.
Zaten Alman öğrencilerin bizimkileri yenmesi gelecek açısından da gayet tutarlı: Bizimkiler mezun olunca Alman akranlarının ürettiği malzemelerin Türkiye satış temsilciliğini yapacaklar. Komik derecede basit bir açıklaması var yani her şeyin.
Seneler önce, kendisi de mühendis olan şirket sahibi bir abinin bana söylediği söz hep kulaklarımdadır: “Yapılmışı var Selimcim..”