More Bite… Less Bark…

Şu sıralar yazmak bana eskisi kadar anlamlı gelmiyor. Bu, yazdığımda bahsettiğim şeylerin bir sonucu sanırım.
Her gün gözlemlediğim bir çok olay, yürürken aklıma gelen pek çok fikir, bunu yazsam iyi olur diye düşündüğüm sayısız düşüncem var.

Bilgisayarın başına oturduğumda bunları yazmak o sırada yapmak zorunda olduğum şeylerden daha önemli gelmiyor bana.
Dünyada ve Türkiye’de bir sürü önemli şey oluyor, bir sürü şey okuyorum, sürekli değişen düşüncelerim var. Yazacak olsam çok malzeme var. Ama artık önemli olanın söylemek değil yapmak olduğuna inanıyorum. Belki yaşımın artık ilerlemesinden dolayı böyle düşünmeye başladım.

Yaşadıkça, insanların davranışlarına tanıklık ettikçe söylenenlere pek  önem vermez oluyorsun. Eğer tutarlıysan, iyi biri olma iddianda ciddiysen, hayata bakışından eminsen; kendi hayatını da buna göre düzenlemelisin. Yani, sözleriyle değil icraatlarıyla bir şeyler anlatan biri olmayı başarmalısın.  Çünkü aynısının senin için de geçerli olmadığını düşünmek için bir neden yok: Başkalarının sözleri bana ne kadar anlamsız geliyorsa benimkiler de başkalarına öyle geliyor olmalı.

Ben bunun için gerekenleri yapıyorum. O yüzden yazılacak, spekülasyon yapılacak onca sıcak konuya ben sadece gülüp geçtim, işime baktım. Bundan sonra da böyle yapacağım.

İnsanın inandığı şey için dünyayı yakmaya hazır olduğu bir dönemi oluyor. Ama bu dönem bir şekilde aşılıyor.. Şeylerin anlamsızlığı hayatını kapladığında artık inandıklarını yüksek sesle söylemenin kendini kandırmaktan başka bir işlevi olmadığının farkına varıyorsun. Doğru bildiğin uğruna herkesle tartışmaya hazır olmak yerine, insanları nasıl ikna edebileceğine, onları nasıl kullanabileceğine bakmaya başlıyorsun. Bu sinsilik, adilik, ahlaksızlık falan değil. Bu hayatın çalışma şekli.

Bir ömür boyu, insanların yaptıklarıyla söyledikleri, talep ettikleriyle verdikleri arasındaki farkı gözlemleyip hala inandıklarını yüksek sesle söylemenin rahatlatıcılığına kanabiliyorsan hayat seni pek akıllandırmıyor demektir.

Geçen sabah iki ihtiyarın konuşmasına tanık oluyorum. Biri diğerine denizin öte yakasındaki sisi gösteriyor ve “o tarafa çok yağmur yağıyor” diyor. Adam bu 70 küsur senede kesinlikle yüzlerce sis, binlerce yağmur görmüştür ama bunları ayırt edebilecek duruma gelememiş hala. İnsanlara doğru bildiğini söyleme maksimalizmi de böyle bir şey olmalı birileri için. Bunun işe yaramadığını görmek için binlerce fırsat ellerine geçtiği halde hiçbirisinden doğru sonucu çıkaramamışlar..

Benden daha genç olanlara bu konuda bir öğüt verecek durumda olsam sadece şunu derdim: İnsanlarla tartışmayın. Doğru olduğunu düşündüğünüz şeyleri önce ve tamamen kendi hayatınıza uygulayın. İnsanlar imrendikleri bir şeyi taklit etmede söylenenleri anlamak ve uygulamaktan daha başarılıdırlar.  Bunun maymun soyumuzla bir ilişkisi olabilir. İnsanlarla düşünceleriniz ve inançlarınız için kötü olmayın. Çünkü inanın buna değmez.
Bir süre beraber çalıştığım biri vardı. Adam o kadar saçma sapan şeyler için bile karşısındakiyle zıtlaşıyordu, en sıradan konuda bile kendi fikrini ya da beğenisini ön plana çıkarmak için olmadık tartışmalar çıkarıyordu ki zamanla iş yerindeki herkes ondan bıktı ve onun her hareketine kuşkuyla bakar oldu. Ve kısa bir süre sonra, insanların desteğine en çok ihtiyacı olan zamanda toplamda hiç bir değeri olmayan gündelik şeyler yüzünden artık hiç kimsenin arkasında durmayacağı biri haline gelip çıktı. Acaba sona gelip yalnız olduğunu gördüğünde, çıkardığı onca tartışma, herkese normal gelen onca şeye sırf farklı gözükmek adına yaptığı onca muhalefet bir anlam ifade etti mi?  En sıradan tercihler konusunda bile insanlarla tartışıp durdu ama o insanların hayatlarında, hatırlandığında yaka silkilen gıcık biri olmak dışında nasıl bir iz bıraktığını düşündü mü acaba?

O yüzden benim öğüdüm; kendi düşüncene, inancına, beğenine saplanıp kalmaktan kaçmaktır. Herkesin aklı kendisi için mükemmeldir. Akıllı adam başkasının da böyle olduğunu bilip oyunu buna göre oynayabilendir. “Yalnız ama doğru”, “dürüstlüğü yüzünden yalnız kalmış”, “dokuz köyden kovulmuş doğrucu” gibi şeyler, sadece yeni yetme hezeyanlarıdır. Akıllı adam az konuşan ama konuştuğunda sözü akılda kalan adamdır. Daha iyisi, konuşmasına bile gerek kalmayan adam diyeceğim ama onu anlayacak muhataplar bulmak zor ve her geçen gün de zorlaşıyor.

Bu sanırım yazma için de geçerli. Yerinde alıntılar yapıp, afili cümleler kurup, göze hoş gelen benzetmeler yapıp, kendimce “güzel” yazılar yazabilirdim. Ama bunun yerine oturdum kod yazdım. Çünkü benim işim bu. Atıp tutup sosyal medyada memleket kurtarıp sonra gün boyu excel’de iki tabloyla oynayan ya da mesleği sorulduğunda hiçbir şeye faydası olmayan osuruktan bir şeyler söyleyen adamların değerlerini atıp tutmaları değil yaptıkları belirliyor olacak..

Bence işini iyi yapmak her şeyin başı. Bunu tüm olasılıkları düşünerek, buna inanarak söylüyorum. İşinizi iyi yapın. Arkası geliyor zaten. Bunu anlıyorsunuz. İşi iyi yapmak para kazanmak ya da bir şey üretmek demek değil sadece. Bunun yöntemini anlamak boş laflarla ve tartışmalarla aslında gerçeklerden kaçtığınızı da anlatıyor size. Cesurca gerçek mücadelelere girmenin yolunu ve imkanını sunuyor size. Bunu görebilirseniz boşa konuşup insanların antipatisini toplayan, kendi benzerlerinden bile saygı görmeyen biri değil, aynı düşünceyi paylaşmadığınız insanlardan bile saygı gören ve onların da vaz geçemedikleri biri olabilirsiniz.

Not: Yazının başlığı Elvis’in A Little Less Conversation şarkısına bir gönderme..

“A little less conversation a little more action please…” 🙂

Düşüncelerinizi yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.