İnsanlar hata yaparlar. Bu doğanın en doğal kurallarından biridir. Bazı insanları hatasızmışlar gibi görmek o insana taşıyamayacağı bir yük yüklemektir. Bu eninde sonunda patlar, o zavallı insan yüceltilmeye çalışılırken rezil edilmiş olunur.
Bunu en çok Mustafa Kemal Atatürk üzerinde tartıştık. O, vatanını seven, bunun için her riski alan, cesur, iyi niyetli ve ileri görüşlü bir liderdi. Büyük işler yaptı. İnsan büyük işler yapınca yaptığı hatalar da büyük olabiliyor. Ama hiçbir hatası onun önemini ve yaptıklarının değerini azaltmıyor. Onu yeri geldiğinde politik bir figür olarak eleştirmeyi (ki bunu ben de yapıyorum) hainlik olarak görüp, yaptığı her şeyde bir keramet aramak, onun ülkemizi ulaştırmak istediği hedefle ilişkili bir şey değil aslında, değil mi? Ama yapıyoruz bunu işte.
Şimdilerde benzer şey Başbakanımız için geçerli. O da önemli şeyler yapmakta olan bir lider. Ama bazen tuhaf şeyler söyleyebiliyor. Aptalca hareket edebiliyor. Gezi Parkı olaylarının başında başka türlü davranabilirdi. Kendisine eleştiri getiren herkesi hain ilan etmek yerine hizmetkarı olduğunu söylediği halktan çıkan tüm sesleri dinleme sabrı gösterebilirdi.
Olmuyor işte. Bir insanı alkışlayan, o ne dese onaylayan insanların sayısı artınca o insanın dengesi bozuluyor. Bu yüzden hep, hassiktir lan sözünün kutsal bir söz olduğuna inandım. İnsanlar bu sözü daha sık söyleselerdi dünya şimdi daha iyi bir yer olurdu.
Ve şimdi, aklımın almadığı bir örneğe geldik: Devlet kademelerinde Gülen cemaati mensubu insanlar olduğu bir sır değil. Polis ve yargı içinde epey faal olduklarını artık yerli dizi seyircileri bile biliyor. Bence belli düşüncede insanların devlet hizmetinde yer almalarında bir sakınca yok. Birincisi devlet hizmeti o kadar da büyütülecek bir şey değil. İkincisi zaten her insanın eninde sonunda bir düşüncesi var ve olmalı.
Önemli olan kişisel düşünceleri, gönül bağlılıklarını ve inançları mesleğin evrensel kriterlerinden ayrı tutabilmek. Dünyanın işini iyi yapan insanlara ihtiyacı var, daha dürüst, daha doğru, daha ahlaklı insanlara değil. Bunu hep hep hep söylüyorum.
Aklımın almadığı örneğe geri dönersek… İşte bu Gülenci Yargıtay mensuplarından biri, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin başındaki biri hakkında verilecek bu kararı Hocaefendi’ye sormuş, hatta durumu izah edebilmek için dosyayı Amerika’ya yollamış.
Polisler, savcılar, gazeteciler O’nun sözlerinden anlamlar çıkarmaya çalışıyorlar. Adı hoşgörü ve diyalogla özdeşleşmiş bir cemaatin lideri, Türkiye’de her iki kişiden birinin oyunu almış bir iktidara beddua ederken elini kolunu öyle sallıyor ki aklıma taraftarlara formasını atarken kolu çıkan kaleci Volkan geldi izlerken. O el kol hareketlerine bile anlamlar yükleyen arkadaşlar var. Bu aptalca harekette keramet arayan, onu açıklamak için kıvranan bir sürü akıllı adam var.
Oysa diyorum ya, Hocaefendi’nin de hata yapma özgürlüğü olmuş olsa, “yok artık Fethullah…” diyebilecek bir gönüldaş kitlesi olabilse, böyle komik durumlara düşülmez. Bir sürü iş güç mevki makam sahibi insan saçma sapan bir konumda bulmaz kendini.
Ama olmuyor işte. Soğukkanlılıkla sevmeyi beceremiyoruz biz.