Nutuk’u ya da Atatürk’ün başka bir konuşmasını okuduğunuzda bunun şimdi Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmalardan çok da farklı olmadığını anlamanızı beklerim. O yüzden devleti yöneten adamların fazla abartılmaması taraftarıyım. Çünkü siyasetin doğasında onu desteklemek kadar eleştirmek de hep olacaktır.
Halktan aldığı destek bir iktidar sahibinin meşruiyetini oluşturur. Demokrasi dediğimiz şey iktidarın bir kişiye verilmesini seçimler yoluyla halkın çoğunluğunun oyunu almak şeklinde yürütür. Ancak modern bir toplumda bir işi yaparken halkın tamamının onayını almak pratikte pek mümkün değildir. Bu durumda siyasetçi meşruiyetini ortadan kaldıracak sınırları aşmadan bildiğini okumakta serbesttir. Demokrasi olası tercihlerden birini yapabilmek için gücü bir yere vermek demektir. Bu, şapka takmayı zorunlu kılan Mustafa Kemal Atatürk için de geçerlidir, yapacağı köprüye Yavuz Sultan Selim’in adını verecek Tayyip Erdoğan için de geçerlidir.
Atatürk kuvvetler ayrılığına inanmadığını söylemekte ve hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğuna düşünmekte ne kadar özgürse Tayyip Erdoğan da evlenen çiftlerden 3 çocuk istemekte ve kızlı evli öğrenci evlerinin ahlaken doğru olmadıklarını düşünmekte o derece özgürdür. Meşruiyetini, yani halkla arasındaki yönetme-seçme yetkisi sözleşmesini ortadan kaldıracak bir hata yapmadığı sürece bir lider istediğini söyleyebilir, belli bir dünya görüşünü savunabilir, bu yolda kanuni düzenlemeleri yapabilir.
Siyaset bu demek zaten. İktidarı kendi doğruları çıkarına kullanmak demek. Bunu yapabilecek duruma gelmek için çabalamak demek. Her kim iktidara gelirse gelsin söyleyecekleri ve yapacakları önceden belli olacaksa ve bunun sınırını da bir süre önce yaşamış bir başka siyasi liderin pek çoğu sonradan uydurulmuş düşünceleri belirleyecekse siyaset ve demokrasi bunun neresindedir?
Çevremde gördüğüm pek çok anlaşmazlığın temelinde, toplumun azımsanmayacak bir kesiminin Mustafa Kemal Atatürk’ü siyaset üstü bir figür, hatta insan üstü, idealize bir kavram olarak görmesinin yattığını düşünüyorum.
Eğer kurtuluş savaşı sonrasında Atatürk, Osmanlı Devleti’nden devralınan birinci meclis’i kısa bir süreç sonrasında feshedip kendince bir meclis oluşturup sonra da kendi kurduğu partiyi devletin partisi yapma yoluna gitmeseydi şimdi siyaset üstü bir figür olarak görülmesi zor olmazdı. Ama o siyaset yapmayı tercih etti. Pek çoğu toplumun genel bir kesimi tarafından kabul görmeyen siyasi projeler yürüttü. Bunların iyiliği kötülüğü, zamanlaması vb. tartışılabilir. Kesin olan onun siyasi bir figür olmayı seçmiş olmasıdır.
Ondan sonra gelenlerin iktidarı kullanma özgürlüğünü onun yaptıkları ve düşündükleri adına kısıtlamak bu millete bir haksızlıktır diye düşünüyorum. Çünkü doğru hiç kimsenin tekelinde olmamalıdır. Demokrasinin gücü bu değişken, adaptif yapısından gelir. Bu kutsallaştırılan insan için de bir haksızlıktır. O dönemde elini taşın altına koymuş, bir şeyler yapmış bir insanı siyaseten bir tanrı haline getirmeye çalışmak aslında onu şeytanlaştırmaktan başka bir şey değil.
Adamlar formalarının altına her birinin üstünde başka bir harf olan t shirt’ler giymişler. Yan yana durduklarında YÜCE ATATÜRK yazısı çıkıyor. Ben bunu görünce aklıma aynı şekilde CEMAL GÜRSEL yazmış futbolcuların resmi geldi. 27 Mayıs’ın hemen ertesinde, seçilmiş bir hükumeti zor kullanarak devirmiş adamlar o hükumeti destekleyen seçmenlerin dikkatini başka tarafa çekmek için bir Cemal Gürsel kupası organize ediyorlar ve Beşiktaş’lı futbolcular da sahaya yukarıda anlattığım şekilde çıkıyorlar. Belki birilerinin işleri yolunda gitse benim kuşak da benzer bir anıya sahip olacaktı ve kim bilir kimin adını yazacaklardı t shirtlerindeki harflerle?
Tıpkı bayrağın üstüne Atatürk resmi koymak gibi. Bayrak bir milletin sembolüdür ve bir millet bir kişiye indirgenemez. Bu kişi her kim olursa olsun bir kişiye indirgenemez. Türk Milleti Atatürk’ten de büyüktür, başka herkesten de. Onu bir insanla özdeş göstermek onun marka değerini düşürmektir. Hele siyasi bir figürle özdeş göstermek zihinsel ve kültürel çoraklığımızın bir göstergesidir.
Siyasi figürleri kutsallaştırdığınızda ortaya kavramların doğruluğu üzerinde düşünmek yerine otomatik bir şekilde sevmek ya da nefret etmeye şartlanmış tercihsiz bir kitle çıkıyor. Bu da en başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu vatanı seven hiç kimsenin varılmasını isteyeceği bir hedef değildi sanırım.