1932 yılı, 19/20 Ağustos gecesi, Yalova..
Beni çağırdı.. Yanına yaklaşıyorum..
Elimde bir çap pergeli var. Onun milyarlarca ve normalin üstünde bir konstrüksiyon ve fonksiyona sahip nöronlarının yarattığı dimağını saklayan asil ve kahraman başını ölçüyorum…
Bu satırları Şevket Aziz Kansu isimli biri yazmış. Bu adam bir tıp doktoru ve antropolog ordinaryüs profesörü. Vücut ayrıtlarını ölçtüğü kişi de Mustafa Kemal Atatürk.
Beni anlamıyorsunuz… Bunun dünya görüşüyle, politikayla ya da düşünce yapısıyla alakası yok. Ben bu insanları farklı bir dünya görüşüne sahip olduğum için ya da öyle yapmasalardı da böyle yapsalardı diye düşündüğüm için değil sadece komik, gayrı ciddi, tuhaf ve dengesiz bulduğum için ciddiye almıyorum. Simpsons’tan bir sahne gibi anlattığımız şey.
Öte yandan, bu alıntıladığımız hafif sapıkça anekdot, ne yazık ki rakının fazlaca kaçırıldığı bir yaz gecesine ait tekil bir tuhaflık değil. Afet İnan isimli bir profesör hanım tam 64 bin kişinin kafasındaki çeşitli ayrıtları ölçerek (kafatası uzunluğu, genişliği, göz açıları iç ve dış genişliği, burun-ağız genişliği, çene yüksekliği, burun-kulak yüksekliği, kulak genişliği, burun profili, kafa arkası profili vb.) bir veri bankası oluşturmuş ve biz Türklerin en gelişmiş Alp insanı olduğumuzu ispata çalışmış.
Mimar Sinan’ın mezarının açılıp kafatasının ölçülmesi hikayesini duymuşsunuzdur. O da bunun bir parçasıymış işte.
Aynı zamanda Ulu Önder’in manevi kızı da olan bu hanımın 1947’de çıkan bir kitabı bu araştırmanın sonuçlarını açıklamaktadır. Ha, olayın yürek paralayıcı durumunu daha iyi görmeniz için, lise biyolojisinde öğrendiğimiz üzere Watson-Crick DNA modelinin sadece 6 yıl sonra,1953 yılında ortaya atıldığı bilgisini de not düşmek isterim.
Peki 20. yüzyılın ortasında, insanların orasını burasını ölçüp bir şeyler ispatlamaya çalışmak gibi bir çabaya neden girişmiş bunlar sizce?
Ortada eksikliği duyumsanan bir şey mi vardı? Bir hukuksuzluk, bir temelsizlik kaygısı mı vardı? Koskoca profesörleri böyle “klinik derecede tuhaf” ispat çabalarına motive eden neydi?
İnsanların atomu parçalayıp, kuramsal fiziğin olağanüstü dünyasının kapılarını açtığı, jet çağını başlattığı, uzaya göz diktiği bir çağda bizimkilerin birbirlerinin kafasını ölçmesi bize bırakılan miras konusunda fikir veriyor sanırım.
Hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğunu düşünen birinin bilim hakkında pek bir şey bilmediğinden senelerdir şüphelenirim. Çünkü yaşamın hayallerin ve merakın yol göstericiliğinde ilerleyen bir şey olduğunu, bilimin bunun bir yan ürünü olduğunu biraz bilimsel keşifler hakkında bir şeyler okumuş herkes bilir. Ama o bilimi üreten grupta değilseniz, onu uzaklarda yapılan ve bir şekilde etkileri burada görülen bir insan çabası olarak görüyorsanız elbette yol göstericiniz kendi hayalleriniz, ihtiyaçlarınız ya da merakınız olmaz, başkalarının bıraktıkları izler, başkalarının yaptığı bilim olur.
Bizim bilimsel geçmişimize ait anekdotlar da işte böyle ortaya çıktıkça adama vay be dedirtir.