Vatan sevgisi kavramının senin-benim hayatıma etkisi olan insancıl bir sevgi değil, bir güç odağının işini görmesi için icat edilmiş ve halk tarafından da çok sevilmiş bir enstruman olduğunu anlattığım bir yazım vardı.
Bu tezime her gün o kadar çok şey kanıt gösterebilirim ki bir şeyler yazmaya karar verdiğimde bu beni bile şaşkınlığa sürüklüyor. Aradan komik olanları seçiyorum. Son örneğim Ahmet ve Ramazan’ın hikayesi!
Ahmet ve Ramazan Alman askerleri. Şu sıralar Türkiye’de Patriot sistemini işleten birlikte görev yapıyorlar. Gazetelere demeç vermişler “vatanımıza hizmet etmekten gurur duyuyoruz” diye…
Türkiye ve Almanya savaşsaydılar, Ramazan ve Ahmet ne yapacaklardı? Ekmeğini yedikleri, kendilerine güvenip silah vermiş devletlerine isyan edip onursuzluk mu yapsalardı yoksa öz vatanlarına kurşun sıkıp mı onursuzluk yapsalardı?
Real Madrid- GS maçında polis çıkan olaylar yüzünden GS taraftarlarını dövmeye başlıyor. Şiddete uğrayanların aralarında yöneticilik yapmış kalın enseli adamlar da var. Olay devam ederken adamlardan biri kimliğini çıkarıp ben ABD vatandaşıyım, beni dövemezsiniz diye bağırıyor. Polisler otomatikman geriliyor. Adam ABD konsolosluğunu arıyor. Yarım saat içinde bir yetkili geliyor. Elinde hukuki destek için formlar var. Onlar statta formları doldururkarken rütbesi git gide artan yöneticiler sırayla gelip özür diliyorlar.
Sonunda, şikayetçi olan adam maçı üst düzey yöneticilerle beraber şeref tribününde izliyor.
Vatanını çok seven insanların ülkesinde o devlet o insanları öldürür, katleder, haklarını yok sayar, sağlıklarını, eğitimlerini dert edinmez.
Vatanıyla ilişkisi vergi vermek düzeyinde olan insanların ülkesinde ise o devlet binlerce km ötelerden vatandaşının hakkını korur, ona el sürdürmez.
Vatanını çok seven insanların bu “karşılıksız” platonik aşk üzerine düşünecekleri çok şey var kuşkusuz… Ben onu, sürekli sevdiği kızdan bahsedip duran delikanlıya “abi iyi de kız seni seviyor mu” lafını açıkça söyleyememe durumuna benzetiyorum.
Ve özünde bu komik bir durum…
Geri bildirim: Davetsiz misafirler… | Selim's space