Ve yine 29 Ekim geldi. Bu işin, günümüzde belki de daha etkilileri gündelik olarak alınmakta olan siyasi bir karar olduğunu ve büyük oranda o günkü iktidar kaygılarıyla şekillendiğini bilmeyen, bunu kutsallaştırmış, buna neredeyse varoluşsal anlamlar yüklemiş insanlar yine epey bir tantana yapacaklar.
Bu memleketteki en açık mahalle baskılarından biri Cumhuriyet’in fazilet olduğunu, en büyük kazanımımız olduğunu “söylemek zorunda olmaktır”. Dünya görüşü ne olursa olsun, spiker sırıtır, “Cumhuriyetimiz bilmem kaç yaşında” der.
Dünyada Cumhuriyetle yönetilmeyen bir sürü gelişmiş ülke olduğunu, bunun tek başına bir anlamı olmadığını, bizdeki cumhuriyetin hangi koşullarda ilan edildiğini falan anlatmaktan ben artık çoktan vazgeçmiş bulunuyorum. Bu işleri merak eden, okur yazarlığı olan herkes işin aslını öğrenebilir.
Beni, kutlamalar yasaklandı diye maraz çıkarmaya hazırlanan alık kalabalıklar daha çok ilgilendiriyor artık. Zaten kabaca son 10 senedir, ortada yasak masak da yokken cumhuriyet bayramı bir afra tafrayla kutlanmaktaydı.
Adını açıkça koymak gerek: Aslında kastedilen Kemalizm’dir. Milliyetçi, faşist, geçen yüzyılın totaliter aydınlanmacılığına dayanan, özgürlüklerden ve ekonomik gelişmişlikten pek hazzetmeyen, bir çeşit bürokrat sultasının savunusu aslında yapılan. Cumhuriyet bu sistemin “kod adı”. Sünnetçinin vitrine koyduğu saat 🙂 .
Yönetimin bir hanedandan alınıp, asla halk katılımına dayanmayan, hatta halktan korunmak için özel mekanizmaların geliştirilmiş olduğu bir bürokrat iktidarına verilmiş olmasını Cumhuriyet kod adıyla kutlamak, Müjde Ar’ın canlandırdığı karakterin adının İffet olması gibi bir şey 🙂
Senelerce “milli bayram” kutlama ritüelini ruhsuz bir biçimde, askerler ve öğrenciler katılımıyla gerçekleştirmek zorunda kalmış bir düzen vardı. Şimdi kutlamalar biraz sivilleşti ve protokol kendi ayinini kendi içinde yapıyor diye bu meret yine elden gitmiş sayılıyor.
İnsanları 80 küsur yılda ayinlere çok fena alıştırmışlar. Birden ortadan kaldırmak tepki doğuruyor. Konya’daki camlı salon hikayesini okumuşsunuzdur. Atatürk “camlı salonlarda Cumhuriyet balosu verilecek” diye emir yollayınca kentin valisi berber dükkanlarındani aynaları bir düğün salonunda toplayıp memurları karılarıyla beraber orada dans ettiriyor.
Bu kadar romantik bir “modernleşme” hikayesi gerçeklerden kopukluğu ve işlevsizliği bir yana, bu doktrine inanarak büyümüş niteliksiz kalabalıkların gözünde zaman içinde tuhaf bir kutsallığa bürünüyor. Bunlar, ellerinde bayraklarla Cumhuriyet diye bağıracak, Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye polisle çatışacak alık kalabalıklardır.
Reaksiyoner durumda olmaları kaçınılmaz, çünkü bugüne ait söyleyebilecekleri hiçbir şey yok. Onlar ancak bir şeye “tepki göstererek” varlıklarını gösterebilirler. Dünyanın geri kalanıyla anlaşabilecekleri ortak bir dilleri bile yok. Tarihleri, anıları, bellekleri hepsi üretilmiş. Git gide marjinalleşiyorlar. Savundukları dünya görüşü tutarlı bir ideolojiden beslenmiyor. (Atatürk’ün “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” sözü kapağında yazan bir kitap gördüm geçenlerde :):):):):) )
Ama bunların hiçbiri bu insanların senenin bir günü sokaklarda üzerinde yasak olmasına rağmen kalpaklı bir adamın resmi olan Türk bayrakları sallayıp başka ülkelerin şarkılarından araklama marşlar okumalarına engel olmamalı. Farklılıklar ve marjinalliklerle barışık olmalıyız. Ben uzun bir zaman önce Cumhuriyet fazilettir diyen arkadaşlarla kafa bulmayı bıraktım. Adam inanıyorsa inanıyordur. Adam geçmişi bir şekilde okuyorsa öyle okuma hakkına sahiptir. İşi şiddete ve hakarete dökmediği sürece inandığını söylemek, kurguladığı geçmişi özlemek (ki bu her insanın yaptığı şey değil mi kendi özelinde) onun hakkıdır.
Yoksa fikrimi sorarsanız, ki bu benim blogum olduğuna göre bu yazı benim fikrimle bitecek, biraz okumuş bir insan için komik bile olmayacak bu saçmalıkların artık bir yazıya konu olmasına bile gerek yok. Çocukça bir sapkınlık deyip geçmek yeterli. Ama yazacak şey kalmadıysa, illa bunu yazacaksak, şimdi emekli öğretmenler ve memurların elinden düşmeyen Sözcü gazetesini bir 10-15 sene sonra, şu anda KPSS’ye girip öğretmen olmaya çalışan gizli işsizlerin de aynı ateşle okuyup okumayacaklarını tartışabiliriz. Sosyal dönüşümümüzü yapamamamızın, bunu yapmadan da özgür, bağımsız ve güçlü olamayacağımızın bir analizini yapabiliriz.