Gemilerde talim var…

Geçen yazılarımdan birinde ülkemizi sahte bir mahalle kabadayısına benzetmiştim. İster terörle savaş olsun, ister silahsız uçağımızı düşüren kötü niyetli bir komşumuz olsun her krizde aklımıza gelen ilk silahımız F16 savaş uçağı hakkında da kısaca bir fikir vermiştim. Ha bu arada bir şey aklıma geldi bu uçaklarla ilgili: Zamanın fikir önderi bir köşe yazarı Kuzey Irak’taki sivil halka gözdağı vermek için uçaklarımızın alçaktan uçmalarını ve evlerin camlarını kırmalarını önermişti, hatırlar mısınız? O derece bel bağlanmış durumda bu silahlara…

Fikrine önem verdiğim bir-iki arkadaşım ısrarla ordumuzun çok güçlü olduğunu ama siyasi iradenin vatansever, işbilir, bağımsız vb (bu kısım arkadaşların siyasi meşrebine göre değişebiliyor) olmaması dolayısıyla bu gücün sahaya yansımadığını iddia ediyorlar. Geçmişte kalmış pek çok acı hatıra, günümüzde yaşanmakta olan pek çok olay tam aksini gösteriyor olsa da insanlar istedikleri saçmalığa “inanmakta” serbesttirler. Ama ben fırsat buldukça örnekler paylaşmaya devam ediyorum.

Şimdi sanırım sıra savaş gemilerimizden söz etmeye geldi. Ülkemizin 3 tarafı denizlerle çevrili, dahası en büyük kentimizin içinden deniz geçiyor ve hemen kuzeyde dünyanın en büyük donanmalarından biri var. Ege komşumuzla ezelden gelen ve ebede giden bir kıta sahanlığı sorunumuz var. Güneyimizdeki bir adayı işgal altında tutuyoruz. Daha güneyde sinsi ve güçlü düşmanlarımız var. Yeri geldiğinde burnumuzun dibine gelip petrol bile arıyorlar, bunları biliyorsunuzdur.

Bu riskli ve çok geniş coğrafyada bizim elimizdeki deniz gücünün belkemiğini Amerika’dan hibe edilen gemiler oluşturuyor. Yeni öğrendim. 41 yıl önce ABD’den aldığımız bir gemi (ismi Adatepe) büyük miktarda asbest içeriyormuş ve bu gemide uzun süre görev yaptıktan sonra ölen bir amiralimizin ailesi geminin üreticisinden tazminat kazanmış.

Amerikalılar gemi ve denizaltılarını bizim gibi ülkelere hibe ederler. Çünkü bu silahlar teknolojilerinin eskimesi yüzünden cephede kullanılma şansını yitirmişlerdir. Daha da ilginç olanı, bunları çalışır durumda tutmak için gerekli ekipman, mühimmat ve teçhizat Amerika’dan sağlanmakta olduğu için muhtemelen geminin ederinden daha fazlasını zaman içinde bir manometre bile üretemeyen bizden kazanmaktadırlar.

Gözlerimle görmüştüm: Amerikalıların 2. Dünya Savaşı sırasında ürettikleri ve 70’li yılların başında bize “hibe” ettikleri bir denizaltıyı 2000’lerin ortalarına kadar kullanmışız. Ben bu denizaltıyı gezerken ekipmanların ne kadar eski olduklarını hayretle görmüştüm. En ilginci de derinlik göstergelerinin US Pressure Unit ya da Feet gibi saçma sapan birimlerde olmalarıydı. Bize arşını endazeyi atıp metreyi getirdiğini ilerici bir olaymış gibi anlatan bir sistemin koruyucuları kendi oyuncaklarındaki abuk subuk imperial ölçüleri bile Fransız devriminin birimlerine dönüştürmemişlerdi. Hayatın gerçekliği ideolojilerin sarhoşluğunu böyle soğuk duş gibi ayıltıveriyordu işte.

Lafı fena dağıttım: Bizde, Adatepe gibi tam 25 gemi varmış! Dile kolay değil mi? Denizcilerin neden vatandaş fişlemek ve darbe planı yapmakla bu kadar haşır neşir olduklarını açıklayan bir durum bu sanırım. Ve güçlü ordu ama iradesiz yöneticiler masalına kafayı takmış arkadaşlarımın da bu sahne üzerinde biraz düşünmelerini isterim.

Camilerde sokaklarda para toplayıp İngilizlere gemi yaptırdığımızı ama 1. Dünya Savaşı patlak verince İngilizlerin gemilerimize el koyduklarını belki duymuşsunuzdur. Bunlar hakkında da, geçen bir tarih programında çok ilginç şeyler gördüm. Yunan isyanı (ya da bağımsızlık savaşı, hay Allah, hangisini parantez içinde yazsam?) sırasında İngilizlerin hem bizim hem de Yunanlıların denizcilerini eğittiklerini, hatta gemileri de iki tarafa bizzat onların sattıklarını öğrendim. En rezilce olanı, 1. Dünya Savaşı’na büyük umutlarla girdiğimizde bile henüz donanmamız İngilizlerin eğitim ve nezareti altındaymış ve epey sonra Alman hegamonyasına geçmiş.

Bu İngiliz etkisi elbette durup dururken çıkmış bir şey değil. Şanlı tarihimizde ilk seferinde Haliç tersanesinden Marmara’ya açılamadan kazanı patlayan, Marmara’da yolunu şaşırıp İmralı Adası’nda karaya oturan savaş gemilerimiz ve bunları idare etmeye çalışan kahraman denizcilerimiz varmış. Osmanlı’nın dört bir yandan ve içteki milletlerden gelen tehditlere karşı en azından Marmara Denizi’ni aşabilecek bir donanmaya ve personele ihtiyacı olduğunu düşünen dönemin yetkilileri İngilizleri göreve çağırmışlar.

Bu, sonucu ne kadar değiştirmiş tartışılır. Ama Yunanlılara karşı parlak zaferler elde ettiğimizi de atlamayalım! Bizi idare etme işini Almanlar devraldıktan sonra yaşanan felaketleri de Çanakkale zaferi ismi altında da kutluyoruz, farkındasınızdır. Neo-Osmanlılık rüyaları görmeye başladığımız dönemde de Libya’ya kurtarma gemisi olarak İDO’nun deniz otobüslerini yollamıştık, hatırlarsınız.

Eh, günümüzdeki torunlar da Amerikan hibesi hurda gemilerde asbestten zehirleniyorlar işte. Onca tantana, modernleşme geyiği, Cumhuriyet falan makyajı bizi bu noktaya kadar getirebilmiş. Üç tarafı denizlerle çevrili cennet vatanımızı çok uzun bir zamandır “konjonktür” korumakta, caydırıcı gücümüz değil. Konjonktürün belirleyici güçleri yeri geldiğinde bizden fedakarlık beklediğinde ayranımızın kabarması da birilerinin sadece gülümseyerek izlediği çocukça bir jesttir sadece..

Düşüncelerinizi yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.