Bizimkiler düşen uçağımızdaki pilotların cenazelerine ulaşıldığı gün Suriye’nin üzerine F16’lar göndermeyi düşünmüşler. Ama sonra tahmin edebileceğiniz gibi bundan vazgeçmişler ve yine tahmin edebileceğiniz gibi bunu da kendine basın diyen soytarılara sızdırarak bize propoganda yapmaktan geri durmuyorlar.
Aslında bizimkiler bu propoganda işinde pek iyi değiller. Çünkü yıllar boyunca yalancı güç gösterilerini yapmak için somut nesnelere bile gerek duymadılar. Bu halk öğretmenine aşık olmuş bir yeni yetme gibi onları o kadar dev aynasında görüyordu ki 2. dünya savaşından kalma tankları İstanbul’un göbeğinde yol kenarına çekip darbe yapıp halkı kuzu kuzu evlerine hapsedebilmişlerdi. NATO üyeliğimiz ve soğuk savaşın dengesinde sürüklenip giden kaderi büyüklere bağlı halimiz ordumuzu daha da işlevsiz bir hale getirdi. Dünyanın en büyük siyasi partisi haline geldiler. Bir siyasi partinin, güce tapan bir ülkede prestijini koruyacak kadar da silahlıydılar.
Dedim ya, propogandanın pek uzmanı sayılmazlar. İçinde Atatürkçülük, laiklik, çağdaşlık gibi kelimeler geçmeden kurdukları cümleler pek anlamlı olmuyor. F16 kaldırmaktan vazgeçmemizin en önemli sebebinin “Rusların kurduğu hava savunma sisteminin yeterince tanınmaması” olduğunu belirtmişler. Orada ileri teknolojiye sahip radar ve hava savunma füzeleri varmış ve biz bu sistemin kapasitesini bilmiyormuşuz. Muhtemelen konvansiyonel bombalarla yüklü uçaklarımız bir kere daha düşürülecekler ve içine düştüğümüz rezaletin boyutu artacaktı.
Olaylar yatışınca parayı bastırır Ruslardan o sistemleri de satın almaya kalkışırdık. Tuhaf bir biçimde Facebook’taki hamburger çocukları da ordumuzun kahramanlığına dair paylaşımlar yapmaya devam ederlerdi. Islahatlardan beri anlayamadığımız şey şu sanırım: Birinin ürettiği bir şeyi alarak onu geçemezsiniz. Birinin silahını parayla satın alıp onu yenemezsiniz. Age of Empires ilköğretimde zorunlu olmalı belki de.
Acı olan, gerçek bir kavgaya girişmeye hiçbir zaman cesareti ve donanımı olmamış ama şiddetten başka da bir dil bilmeyen bir sahte kabadayı gibi davranıyor olduğumuzun farkında olmamak. Bir silah ve kurmay subay çöplüğüne dönüşmüş olmamızın ve bunun bize ekonomik maliyetinin farkında olmamamız. Üstelik hala askeri harcamaları şeffaf ve denetime açık hale getirmemekte direnmemiz.
Her fırsatta belimizden çekmeye çalıştığımız beylik çakımız F16’lar, artık ana üreticisi ülke olan ABD tarafından kullanılmayan, üretimine resmen 1976 yılında başlanmış ve şu an Umman, Bahreyn, Şili, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Ürdün’ün de aralarında bulunduğu 25 ülke envanterinde bulunan uçaklardır. En basitinden, dibimizdeki, çökmekte olan bir rejimin hava savunma sistemi hakkında ise bilgimiz dahi yok.
En büyük yaramız olan Kürt meselesinde kullanmak için büyük hevesle aldığımız insansız hava uçakları Heron’ların, bakıma yolladığımız motorları İsrail’den geç geldiği için düştüğümüz aciz durumu da üstüne size hatırlatırım. Devirmek için pek bir taklalar attığımız Kaddafi’nin bize yolladığı lastik ve malzemelerle elimizdeki uçakları uçurabildiğimiz Kıbrıs Harekatı’nı da hatırlatırım.
İçeride birbirimize gaz verirken abarttığımız gücümüze güvenip bir savaşa girmemiz, kiminle savaşırsak savaşalım gerçek bir bela olacaktır. Yıllardır sanayinin içindeyim ve dışarıdan bir şeyler ithal edemezsek iş gücümüzün önemli bir kısmının, yatırımlarımızın tamamıyla beraber “atıl” duruma çıkacağını adım gibi biliyorum.
Bizim silahlanma maceramız anahtar teslimi makine satın alıp sonra ben araştırma-geliştirme yaptım, teknoloji üretiyorum diyen yurdum sanayicisinin durumundan farklı değil. Ve emin olun sivil sanayide de etrafımız “tam bilgi sahibi olmadığımız” kritik üretim teknolojileriyle dolu. Kamyonlar dolusu para verip aldığımız silahlar da ancak içerideki şiddet mümini budala vatandaşlarımızı sistemimize bağlı tutmaya yarar. Küçük ülkelerin büyük orduları kendi halkları içindir, dışarıdaki bir düşman için değil unutmayın.
Geri bildirim: Ördekler… « Selim's space