Ahlak ve Teknoloji

Kafamızda hep şöyle bir şablon vardı: Batılılar bilimde ve teknolojide ilerlemişlerdi, daha zengin ve daha refah içindelerdi ama maneviyatları zayıftı. Ahlaken zaaf içerisindeydiler, toplumsal dayanışma, insan ilişkilerindeki sıcaklık, misafirperverlik ve büyüklere saygı gibi erdemlerden nasiplenmemişlerdi. Namus anlayışları sorunluydu.

Kısaca zenginlerdi ama bu dünyada insanca yaşamıyorlardı, gönül yönleri zayıftı. Onlar maddi dünyaya odaklanmışlardı. Son tahlilde de bu başarı sayılmazdı!

Ben de uzunca bir süre böyle düşündüm. Sonra zaman içinde anlamaya başladım ki sosyal dayanışmanın tek geçerli yöntemi insanların bireysel olarak birbirlerini desteklemeleri değildir. Bir dilenciye sadaka veren, bir fakire sofrasını açan, akrabalarına yardım etmeye çalışan doğu insanı, daha az üretip, daha az vergi vererek, devleti de talan edilecek bir zenginleşme kaynağı olarak görerek onun toplumsal bir adalet aracı olmasını fiilen engelliyordu. Batı medeniyeti, sosyal ve yönetimsel bir evrimin sonucunda, toplumsal dayanışmayı devlet eliyle yapacak bir düzeye erişmişti. Bizde bu olamıyordu, o yüzden biz tanıdıklarımıza, çevremize faydalı olmaya çalışıyorduk. Çünkü hepimize eşit bir şekilde güvence olacak bir devleti henüz kuramamıştık. Bunu da bir erdemimiz olarak anlatmaktan haz alıyorduk.

Namus meselesi de çok çok tartışılır bir şeydi. Kadın cinselliği üzerine kurulmuş bir namus anlayışının zaman içinde ne yazık ki “ben herkesin karısına bakarım ama kimse benim karıma bakamaz”  şeklinde bir orman kanunundan ibaret olduğunu anladım. Kendisinden daha güçlüsüne denk geldiğinde patlayan, ilkesiz bir mekanizmaydı bu.  Esasen kadın bedeni üzerine kurulu bir namus anlayışı “namussuzluk”, “kuralsızlık” ve erkek özgüvensizliğinden kaynaklanıyordu.

Ve de hep düşündüm. İşini, mesleğini, sorumluluklarını dürüstçe bir çabayla yerine getirmeyen insanlar namustan nasıl söz ederler? Böylelerinin eşlerinin, kızlarının bacaklarının arasındaki bir mahremiyetin insani anlamda bir namusla ne kadar ilintisi vardır? Çıkardığı yemeği binbir hileyle yapan bir restoran işletmecisinin namusu karısının kaç adama gülümsediğine mi kalmıştır?

Misafirperverlik de ayrı bir konu. İstanbul’da burs aramış bir üniversite öğrencisiyseniz, hemşehrilik denen şeyin ne demek olduğunu bilirsiniz. Bir yerde doğmuş olmaya bu kadar anlamsızca kafasını takmış bir toplumun birazcık farklı gördüğü bir bireye nasıl bakacağını/baktığını düşününce bunların misafirperverliğinin de kötü bir gösterişçilikten ibaret olduğunu anlamak zor değil. İlköğretimimiz boyunca “turistleri fazla kazıklamayalım” nasihatlerini dinlediğimizi hatırlarsınız. Sonra, aklınız ermeye başladığında kaç milyon kez “bu kırolar bu memleketi yanlış tanıtıyorlar bu insanlara” demişsinizdir, düşünün. Hal böyleyken, palavra misafirperverliğimizi de fazla savunmamak gerek bence. Hele ki bu topraklardan sürdüğümüz onca insanı düşününce…

Yani, bana göre bizim o yerlere göklere sığdıramadığımız manevi değerlerimiz pek çok yönden kendi kendimize propogandasını yaptığımız palavra üstünlüklerimizden biridir. Bunun en “enternasyonel” hali, bizim kendimizi Akdeniz insanı ilan etmemizdir. Bunu sıcakkanlı ve samimi olmamızı belirtirken kullanırız. Bu palavra doğru bile olsa, neden daha kuzey ülkelerinin insanlarının diplomaside Akdeniz insanından çok daha ileri olduğunu, mesela soğuk ingilizlerin sıcakkanlı italyanlarla kıyaslanmayacak kadar tarihe malolmuş bir diplomasi kültürüne sahip olduklarını açıklayamayız.

Batının açık ara üstünlüğü, sadece finansal ve teknolojik bir üstünlükten ibaret değil gibi gözüküyor. Bu, kültürel ve insani de bir üstünlük. Bizim kuralsız, ilkesiz, zekaya değil kurnazlığa dayanan ilişkilere bağlı toplumsal yapımız, onların toplumsal ve kültürel yapısı karşısında daha ilkel, kaba ve işe yaramaz kalıyor. Onların medeniyeti bizimkini her karşılaşmasında feci biçimde alt ediyor.

Yolda, 1969 model VW Beetle’ımla gidiyorum. 43 yıl önce yapılmış bir araba tıkır tıkır çalışıyor. Ama birkaç yıl önce yapılmış asfalt yol çukurlarla, çatlaklarla, uyduruktan yapılmış yamalarla dolu. Eğer gerçekten biraz düşünürseniz, bunun tek sebebinin bizim teknolojimizin düşük olması ama onların 50 yıl önceki teknolojisinin bile ileri olması ile açıklanamayacağını anlarsınız. Kurallara uyan ve işini iyi yapan insanların dünyası insanın insanca yaşayacağı, ileri bir dünyadır. Kuralları algılamakta zorluk çeken, onlara uyarak başarılı olabileceğine inanmayan, zeka seviyesi düşük, ahlaki değerlerini başka değerlere havale etmiş bireylerden oluşan bir toplumda teknoloji de ilerlemiyor, ilerlese de insanın işine yaramıyor…

Düşüncelerinizi yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.