“Milli Bayramlar”ımızın oldukça askeri bir düzende kutlanıyor olmaları son birkaç yıldır bana iyice rahatsız edici gözükmeye başlamıştı.
TV karşısıda belli belirsiz dalınmış bir uykudan bir anda uyanıvermek gibi, Kuzey Kore ve İran’la dalga geçerken birdenbire kendimizi görüvermiştim.
Toplumumuzun ekonomik, teknolojik ve organizasyonel beceriksizliğinin, yaratıcılık eksikliğinin, esasında bir birey olamama sorunu olduğu ve çocukları böyle askeri düzende tek sıra yürüterek, onlara konuşmayı değil, slogan atmayı öğreterek, onlara bu ritüellerin bayramını yaptırarak gelecek nesillerin beceriksizliğini de garanti altına almakta olduğumuzu düşünmeye başlamıştım.
Burada da yazdım, bayramlarda, kötü bir seslendirme sisteminden, kötü bir vurgulamayla, kağıttan okunan kötü yazılmış konuşmalarda atılan palavraların insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Sonra devlet, bu faşist törenlerden vazgeçmeye başladı.
Ama görünen o ki halk kolay vazgeçmeyecek. Bu çok ilginç, gelecekte bugünleri merak ederek yazdıklarımı okuyacak kişilerin kesinlikle üzerinde düşünmelerini isteyeceğim, klinik bir olay: Devletin kendisi faşizan uygulamalardan vazgeçmekteyken bunun mağduru olan halk, uygulamaları savunuyor. Ritüellerine sahip çıkıyor. Sanırım, insanda aidiyet duygusu hedef gözetmeksizin çalışan bir dürtü. Kendinizi bir şeye ait hissettiğinizde onun size zarar vermiş olmasını bile değerlendiremiyorsunuz.
Bunca şeyi niye yazdım? Çünkü şu anda, geniş çerçeveli güneş gözlüğü yüzünün yarısından çoğunu örtmüş orta yaşlı bir kadının resmi tip bir abinin zaptettiği bir kürsünün önünde ona öfkeyle bir şeyler söylediği bir sahnenin fotoğrafına bakıyorum. Hepsi güneş gözlüklü, yaşlı ve boyalı saçlı Kemalist ablalar, “önce Ata’mıza saygı duruşu istiyoruz” diyerek hadise çıkarıyorlar.
Bu kadınlar, Ulu Önderimiz öldüğünde henüz dünyada bile değillerdi. O’nun hakkında çok şey okumadıklarına, fazla bir bilgi sahibi olmadıklarına da eminim. Aslında neredeyse hiçbir şey hakkında çok bilgi sahibi olmadıklarına eminim. Evrensel ölçütlere göre sahip olduklarını söyleyebilecekleri bir meslekleri de yok muhtemelen. Kendilerini yalnızca başörtülü temizlikçi kadınların karşısında modern ve çağdaş hissedebilen, zamanın değirmeni döndükçe kenara doğru savrulup ufalanan, romantik insanlar bunlar. Genç kızların bir pop şarkıcısına duydukları hayranlığa benzeyen, platonik ama biraz da cinsel dürtüler içeren ama asla rasyonel olmayan bir bağlılık onların 131 yıl önce doğmuş Trakya’lı bir kurtarıcı paşaya duydukları hayranlık. Bu naifliğe kızamıyorum o yüzden. Bence hayatlar ve enerjiler böyle boş şeylere harcanmamalı. Ama insanlar duygularında da özgür olmalılar.
Çocuklar dini ritüellere benzeyen ve Kuzey Kore’li turistlerin dalga geçtikleri törenlerle aptallaştırılmamalı! Milli dediğimiz şeylerin hepsi, budalaca iddialara dayanan, kendisini ancak kompleksli bir sembolizmle ifade edebilen geçen yüzyılda kalmış saçmalıklara indirgenmiş olmamalı. Birkaç romantik insanın vehmi bir toplumun “norm değerleri” olarak dayatılmamalı.
Sonrasında bu orta yaşlı kadınlar çok derin feminen hisleriyle, iktidarı simgeleyen yakışıklı bir subaya hayranlık duyup onun karşısında saygı duruşunda bulunabilirler. Bu toplumun da kesinlikle hoş bir rengi olurlar…