Benim bazen yazılarımda ve sohbetlerimde andığım bir olay vardır: Lockheed skandalı.
Bulunduğumuz ortamdaki insanlardan biri bazen başlayıverir:
“Bizim çok iyi mühendislerimiz var, her türlü silahı üretebiliriz ama Amerika ve İsrail buna engel oluyor”
ya da
“ülkemiz çok zengin bir ülke ama meclisteki 550 hırsız ceplerini doldurmak ve eş-dostlarını zengin etmekle mesailerini harcayıp ülkemizi fakirleştiriyor, zaten vergiler de bu yüzden yüksek”
ya da
“kahraman ordumuz dünyanın en güçlü ordusu, bizim karşımızda kimse duramaz, bizim gizli silahlarımız var, ben askerdeyken…..”
Siz de dinlersiniz. Bu bir çaresizlik anıdır. Siz bu tür şeyleri, bu ülkede yıllardır yaşamak durumunda kalmış ve futbol dışında şeyleri de tartışmış/düşünmüş biri olarak yüzlerce kez duymuşsunuzdur. Ama o sırada, bu anonim türküyü, bu kişiliksiz, köşesiz, iddiasız fikirleri yeni sözlermiş gibi dinlemek mecburiyetindesinizdir. Çünkü fikirlere en azından onları savunan insanlar için saygı göstermek gerekir. Karşınızdaki kişiye bunun onun fikirleri olduğunu, bunun orijinal bir durum olduğunu hissettirmek, ona hak etmediği bir konforu sırf “insan olduğu için yaşatmak, ona bir “kişilik” muamelesi yapmak zorundasınızdır!
Bunlar, nezaket ve saygı çerçevesinin sınırları. İşin, böyle rezil bir muhabbette, nezaketle çelişen bir de “gerçek” yanı var ne yazık ki! Ve bir şeylere kafa yormuş bir insan olarak bunu da görmezden gelemiyorsunuz. Adama soruyorsunuz:
Lockheed skandalını duydun mu?
Adam, elbette bunu duymadı, bir fikri bile yok! Komik olan, Lockheed Martin denen şirketi de bilmiyor. Onlarca kez yazdım. Normalde bir şeyi savunmanın bilinen bir şey üzerine olduğunu düşünürsünüz. Ama başta milliyetçilik olmak üzere, bizim çevremizdeki pek çok fikir gücünü “bilmemekten” alıyor, olması gerektiği gibi bir şeyler bilmekten değil.
Konunun kendisi şu an benim için onlarca kez anlattığım için kısaca değineceğim bir şey (ve ironi de burada!). 70’lerin sonunda, silah devi Lockheed Martin, birkaç ülkede askeri yetkililere rüşvet verdiklerini ve bu şekilde kolay silah sattıklarını itiraf ediyor. Bunun üzerine ülkemizde de tutuklamalar oluyor, komisyonlar kuruluyor. Ancak diğer ülkelerin aksine, ülkemizde hiçbir suçlu bulunamıyor. Hatta o zamanın başbakanı, büyük Türk Büyüğü Demirel, bu iş bir muammadır deyip, olayı kapatıyor. Sonra 12 Eylül darbesi oluyor ve zaten böyle şeyleri sorgulama dönemi bitiyor. Ancak, o dönemlerdeki bir Time dergisi kapağında, dünyanın en zengin generalleri diye bir listede, bizim Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya kendisine yer bulabiliyor. Ama Times dergisinin “en” ler listesine sapıkça bir ilgisi olan yurdum insanı nedense o listeye pek ilgi duymuyor. (Daha önce de yazdım: Bizim insanımız bilinecek şeyleri bilir bilinmeyecek şeyleri asla bilmez, bu itaatin sırrını henüz çözebilmiş değilim)
Ve, şimdi, bu hiç de yeni sayılamayacak konuyu yazmamın sebebine gelelim: 12 Eylül soruşturması Lockheed Skandalı’na da uzanıyormuş. Siz bu olaydan söz ettiğimizde trene bakar gibi suratınıza bakan insanlara aldanmayın. Zaten Susurluk Komisyonu’nun raporlarında da yer alan bir meseleydi bu! Bugünler için ise görünen o ki bir iddianamenin bir yan kolu! Ama o günlerde, şimdi sivil iktidar karşısında muhalif kesilip ayılıp bayılan adamlar için akıldan geçirilmesi bile günah bir tabuydu bu mesele! İlginç olan, buharlaşan milyon dolarlar değil, bu durum zaten!