28 Şubat’ın sembol görüntülerini…
Yani, külüstür ve bakımsız tankların bir varoş caddesinde sivil araçların arasında dura kalka yol almaya çalışmalarını…
Hani şu kendine gazeteci diyen namussuz adamların kendisine basın emekçisi diyen ayakçılarının, bu utanç verici tiyatroyu görütülemeyi bile becerememeleri yüzünden tekrarı oynatılmış o görüntülerini…
O döneme ve o insanlara olan tiksintimi tekrar hatırlayarak izledim ya….
Bu tiksinti verici ve çok canlı hatırlatma bana asıl yazacaklarımı unutturdu.
Bu adamlar 28 Şubat’ta bir darbe yaptılar. Yine dış destekli ve nihayetinde dış güçlerin çıkarlarına hizmet eden bir kalkışmaydı. Yine halk koyun sürüsü gibi izledi ve sadece korktu. Yine basın, akademi dünyası ve yüksek yargı bu işin ayakçılığını ve kıyakçılığını yaptı. Yine konuşmayı bile doğru dürüst beceremeyen, hangi meziyeti ile o role kendini yakıştırdığını bilemediğimiz, kendilerine asker diyen birkaç adam çıktılar; aynı palavraları attılar, aynı boş lafları söylediler, herkes ağzı açık dinledi, memleketin bir 10 yılının daha içine ettiler ve gittiler…
Sonrasında ülke, tarihinde görmediği krizleri yaşadı. Aziz Türk insanının algı düzeyi, “hırsız” ve “çıkarcı” politikacıları suçlamaktan, onların zengin olmuş akraba ve yakınlarının izini sürmekten, adına memleket kurtarmak denen sistematik haydutluğun başımıza bu belaları açtığını anlama seviyesine ulaşamadı.
Darbe ile kurtarılmış devlet, ülkenin merkezinde olan bir depreme ulaşıp da müdahale etmeyi beceremedi. Hatta onlardan daha önce ulaşan sivil yardımcılara da kuşkuyla baktı, onları fişledi. Bu arada şakşakçılar da boş durmadılar. Bankalar soyuldu, insanlar tasfiye edildi, saflar sıklaştırıldı, düzen elden geçirildi.. Ayakçılar emeklerinin karşılığını fazlasıyla aldılar. 28 Şubat postmodern bir darbeydi ve 1000 yıl sürecekti!
Darbe sonrası başbakan “yapılmış” Mesut Yılmaz çetelerle uğraşmaya çalıştı. Çok ilginç bağlantılar açığa çıktı. Ama hiçbir şey olmadı. Mesut Yılmaz kırılan burnu ve yok olan siyasi kariyeriyle kalakaldı.
Bu bildik darbe hikayesini diğerlerinden biraz farklı yapan şey Süleyman Demirel denen adamdı. Devletin tepesindeki deneyimli politikacı, darbe sürecini yönetti ve kavgalı mirasçısını da siyaset sahnesinin dışına iterek mutlak iktidarı ele geçirdi.
Dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun elde ettiği ve hükümete sunduğu darbe planları karşısında Demirel göz göre göre darbenin yapılması için çalışmış ve siyasi rakiplerinin aptallığını ahlaksızca değerlendirmiştir. Bu arada olan belgeleri yetkili makamlara sunan istihbaratçıya olacak, bu belgeleri ele geçirdiği için ve bazı cinayetlerin üzerine gittiği için kanunsuz bir biçimde tutuklanacaktı (bu kadar kör gözüne parmak yani!).
Darbeler karşısında bilmem kaç kez şapkasını alıp gitmek zorunda kalmış bu “çekirdekten” demokrat, halk adamı politikacı 28 Şubat’ta darbenin katalizörlüğünü yaptı.
Zamanı geri sarma imkanı olsaydı eğer, insanlar bu kurt politikacının demokrasi içine devlet tarafından yerleştirilmiş bir truva atı olduğunu anlarlar ve yine onu kurtar bizi baba diye iktidara çağırırlar mıydı bilinmez. Birkaç yıl öncesinin iki büyük rakibi Özal ve Demirel’in kavgalarının, statükoya karşı değişimin kavgası olduğunu görebilirler mi bundan da çok şüpheliyim.
Peki dönemin çekip gitmek zorunda kalan, rezil olan iktidarı? Onların durumunu en iyi anlatan şey sanırım Çevik Bir’in tutuklandığı zaman söyledikleridir: “Biz ona istifa et demedik ki, kendisi istifa etti!”.
Benzer şeyi Demirel de yakın zamanki bir söyleşisinde söylemiş. Erbakan 28 Şubat kararlarını imzaladıktan 3,5 ay sonra istifa etti demiş. Madem darbe oldu, niye o zaman istifa etmedi demiş. Onlar bir bakıma haklılar. Kimse yapılanın yasal olduğunu, zorla yaptırılabileceğini iddia edemezdi. Ama buna maruz kalan bu kanunsuzluk karşısında cesur olamadığı, kurallar ve ilkelerle hareket etmediği için suçlu duruma düştü. Şimdi “biz zorlamadık, zorlamaya yetkimiz yoktu, MGK bir tavsiye merciidir” diyorlar ve sonuna kadar da haklılar.
Korkak her zaman korkaklığıyla hatırlanır. O zaman dik bir duruş sergileyemeyen iktidarın şimdi ne o darbeyi yapan alçakların bu basit ve doğru savunmalarına karşı söyleyebileceği bir şey var ne de mağdur ettiği kendi seçmenlerinin/sevenlerinin gönlünü alabiliyor.
Türk muhafazakarlarındaki devleti her zaman kutsal görme sapkınlığı bir kez daha önce muhafazakarların başını yakıyor. Menderes ve Erbakan, kendilerine zamanında sunulan istihbarat bilgilerini değerlendirip bu işlere kalkışan maceraperestlerin ipini çekecek basirette olsalar şimdi kaybetmiş olmazlardı. Çiğnenmiş onurlarının hüzünlü hatırasına saygı bir yana, göz göre göre kendilerine verilen iktidarı kullanmayı beceremeyip, bu emaneti hainlerin eline teslim etmiş olmanın aptallığıyla anılmazlardı.
Bu politikacıların hepsinin, devlete gücü yetmeyen Kemalist bir TComponent sınıfından türemiş varyantlar olduklarını da düşünmek mantıklı. Kimi dindar, kimi solcu, kimi milliyetçi, kimi de liberal motiflerle süslü olsa da kökleri aynı resmi devlet ideolojisine dayanıyor. O yüzden son adımda, darbe gibi şeyler vukuu bulunca hepsi aynı davranışı (TComponent.Destroy) sergiliyor.
Süleyman Demirel’i de, bu skalada çok büyüdüğü için artık bir motife bile ihtiyaç duymayan bir “devlet” adamı gibi duruyor. Ona kızmak yerine dürüstlüğüne hayran olmalıyız belki de…