50 sene önce bugün iktidarı darbe ile ele geçiren askerler bir başbakanı Marmara’nın ortasındaki bir adada astılar.
Askerin darbe yapması, bir başbakanı uyduruk bir yargılama süreci sonrasında asması gibi gayri meşru işleri lanetleyecek değiliz bu saatten sonra.
Dün bindiğim takside sürücüyle sohbet ederken birden şu sözü söyleyiverdim:
“Şeytan azapta gerek. Ben askere kızmıyorum. Sonuçta iktidarlarını korumaya çalışıyorlar. İyi de, sevdiği, oy verdiği, desteklediği başbakanı asılan halk niye susuyor? Niye Arjantinliler, İspanyollar, Portekizliler ya da Yunanlılar kadar olamıyor bu halk? Bu eziklik niye?”
Taksici bana hak verdi ama bu konu üstüne pek de konuşmak ister gözükmedi. Ben de ona ileride burada ayrıntılarını yazacağım bir olayı anlattım:
Yassıada yargılamaları sırasında görevi resmi fotoğrafçılık olan bir astsubay adadaki görevi bittikten sonra Erzurum’a tayin oluyor. Adada çektiği ve hatıra olarak sakladığı fotoğraflarından bir kaçını çerçeveletmek istiyor. Ama şehirdeki hiçbir marangoz/fotoğrafçı bu resimleri çerçevelemeyi kabul etmiyor.
Taksici bu hikayeden gerçekten etkilendi. Ama ben soruma bir yanıt alamadım. Erzurum’un muhafazakar halkı cuma namazlarında hoca efendilerin yaptırdığı dualarda vatanımız-devletimiz zeval görmesin diye yaradana avuç açıyordu muhakkak.. Ama o vatanı kurtardığı için o devleti idare etmenin kendisine verilmiş doğal bir hak olduğuna inanan namussuzlar o dua sahiplerinin çoğunun oyunu almış bir başbakanı astıklarında o halkın tepkisini çekmiyorlardı. Kısa aralıklarla darbe yapılan ve yapan için kurban kesen, karşılarında Ramazan ayında su içen devlet büyüklerini alkışlayan ama sokakta oruç yiyen görünce kovalayan itaatkar bir kitle bu.
50 sene önce katledilen bir devlet adamının günahı ve sevabını eleştirmek haddimiz değildir. Ama sokaktaki bu kişiliksiz kalabalıklara bakınca başbakanın bir hiç uğruna namussuzlara yem olduğunu söyleyebilirim…
Dün sahaf fuarı’ndan Çetin Altan’ın Suçlanan Yazılar kitabını aldım. 1960-61 yılları arasında, darbenin hemen ertesinde Milliyet gazetesi’nde çıkmış yazılarını tam da bu yıl dönümünde okuma şansım oldu. Demokrasi denen şeyi algılamanın ve senin gibi düşünmeyene saygı göstermenin bir zamanlar Çetin Altan gibi birine bile ne denli karmaşık geldiğini gözlerimle görme fırsatım oldu. Liberal olmanın her şey bir yana “kolay” olmadığını anladım…
Ha, yazıları okuyunca, iyi ki o zaman milliyet.com.tr yokmuş da demedim değil :p